ŞİDDETİN SOSYAL VE KÜLTÜREL AKTARIMI

  ŞİDDETİN SOSYAL VE KÜLTÜREL AKTARIMI

 Şiddet, güç ve baskı uygulayarak kişinin bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan durumlardır. Aile içi şiddet ise ailenin bir üyesinin ailenin diğer üyelerine karşı gösterdiği saldırgan davranışlardır.

   Sosyal yaşamın kısıtlanmasıyla başlayan aile içi şiddet ekonomik ,  duygusal , cinsel ve fiziksel aşamalara varabilmektedir.

    Aşağılamak, küfür etmek, tehdit etmek, daima eleştirmek ,bağırmak ,sorgulamak ,alay etmek ,küçümsemek ,ilgilenmemek ve suçlamak gibi haller duygusal şiddettir .

   İstemediği halde ilişkiye zorlamak, taciz ve tecavüz cinsel şiddet kapsamındadır. Aile içinde büyüklerin küçükleri istismar ettiği ensest yaklaşımlar da cinsel şiddettir.

   Ekonomik şiddet ise kişinin elinden parasının alınması ,  parasız bırakılmak ,istemediği işte çalıştırılmak ,çalışıp para kazanmasına mani olmak gibi tutumlardır.

   Sosyal ilişkilerin sınırlandırılması ise kadınların çocukluklarından beri maruz bırakıldığı bir durumdur. 

Son yıllarda en çok tartışılan çocuğa ve kadına uygulanan fiziksel şiddet olmaktadır.

Çözüm için algı yönetimi çok önem arzetmektedir

Ne yazık ki bizim ülkemizde de görüldüğü gibi ataerkil toplumlarda çiftler geçmişte öğrendikleri davranış kalıplarını bireysel yaşamlarına ve evliliklerine uyguluyorlar.

İletişimin, diyaloğun yetersiz kaldığında şiddetin kaçınılmaz değerlendirildiğini açıkça görüyoruz. Şiddetin sosyal ve psikolojik boyutu ne olursa olsun, törelerde, kanunlarda bir takım dini öğretilerde şiddete açık ve zımni onay vermektedir. Onay verilmiş olmasa idi, bugün medyada nefret uyandıran morarmış suratları seyreder hale gelmezdik.

Kadınlar Günü münasebetiyle bir kısım sosyal sorumluluk projelerinde de fark ediyoruz ki sorun görünür, çözüm görünmez kılınmış. Morarmış suratlar hangimizin ruhunda olumlu algı yaratabilir ki? Bunlar algı yönetiminin oyunlarındandır. Zaten bariz şekilde ortada duran sorundan ziyade çözümü görünür kılan bir proje olmasını dilerdim.

Şiddeti besleyen kaynaklar çocukluktan gelmektedir. Birçok erkek çocuğu, çocukluklarından itibaren korku, acı duygularını bastırmayı öğrenmektedİr. Çünkü babası da babasından öyle işitmiştir. Aile içinde ağlamamaları,  erkek adamın ağlamazlığı da yine öğretilen yanlışlardandır. En olağan duygu olan korku ve acı gibi duygular çocukta bastırılınca birbirini destekleyerek büyüyor ve gün geliyor patlak veriyor.

Erkek çocuk yetişirken, gözlemlerinden annenin ve kendisinin üstünde kurulan egemenliğin de şiddet ile paralel yürüdüğü fikrine kapılıyor. Bakıyor ki baba sorunlarla başa çıkmada  iletişimi değil, şiddeti kullanıyor. Onun gözünde erkeklik= İktidar+konrol demek olarak algılanıyor. Bu durumda iktidarsızlık, erkek olmama anlamında değerlendirilmiş oluyor.

Dolayısıyla erkek yuva kurduğunda, korku, güvensizlik, acı, reddedilme ve küçük düşme karşısında; sözünü geçirmek, kadını ve çocuğu baskılamak, eksikliklerini kamufle  etmek, iktidarını kabul ettirmek arzusu ile şiddete başvurmaktadır. 

Toplumda yanlış bir algı da, kendini güçlü gören erkeğin şiddet uyguladığı anlayışıdır. Şiddet, güçten değil zayıflıktan kaynaklanmaktadır. Evet, fiziken güçlüdür ama ruhen şiddet uyguladığı an, erkeğin en zayıf olduğu andır. Kadınıyla değil, kendisi ile sorunları olan, kendine güven sorunu yaşayanlar, şiddete başvurmaktadır. Bunu sorunlarla başa çıkma yöntemi olarak görüyor.

İlgili bakanımız, şiddetin azaldığını söylüyor olsa da, dozunun her geçen gün arttığı açık seçik ortadadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin tartışılması gerektiği gibi, sorunlu erkeklerin zorunlu eğitime tabii tutulmaya da ihtiyaçları vardır.

Erkek kadının namusundan mutlak anlamda sorumludur anlayışını nesilden nesle aktaran toplumsal kültür sorgulanmalıdır. Erkeklerin kadını mal olarak görmeleri, kadın cinayetlerinin temek kaynağıdır. Bu hem sosyolojik hem de psikolojik bir meseledir. Anti- sosyal kişilik bozukluğu önemli bir etkendir. Kadın cinayetlerinde “namus” kelimesi ile maskelenen durum aslında erkeğin bir başka erkekle mücadelesidir. Kendisi terkedilen erkek, başka bir erkeğin varlığını yok etmeye gücü yetmediği zaman, gücünü yetebildiğine yani eski eşine, kadına yöneltiyor; yorgan gitti, kavga bitti mantığı ile kadını yok ediyor.Bu arada her türden kavga ve cinayeti işleyenlerin yarıdan fazlasının alkollü oldugunuda not düşmek gerekir.

   Unutulmamalıdırki  erkeği de kadını da doğumundan itibaren hem sütü ile besleyen hem de ruhunu besleyen kadındır.”Kızını dövmeyen dizini döver” sözüyle daha küçüklükten kadına şiddeti meşrulaştıran anlayış beyinlerden kazınmalıdır. Ablan sana emanet oğlum diyen bir ananın büyüttüğü kızdan ne kadar özgüven bekleyebilirsiniz ki? Bu bağlamda  her bireyi önce Allah’a, sonra kendine emanet etmek  lazım gelir diye düşünmekteyim. Kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin dene  gelmesine ne buyurmak lazım bilemiyorum.

   Kadına yönelik fiziksel şiddeti önlemek için, cezaların ağırlaştırılması, caydırıcı olması yeterli değildir. Bu düzenlemeleri yaşama tatbik edebilmek için yargıdaki  ve emniyetteki uygulayıcıları  periyodik eğitimlere tabi tutmak gerekmektedir. Yakınen biliyorum ki, çocukların yanında taciz edilen bir annenin, evlatlarının poliste tanık olarak ifadelerinin alınmasına rağmen, tacizci yargının karşısına mevcutlu olarak istenmiyor. Taciz olayını gerçekleştiren şahıs, o geceyi nezarethane de geçirebilecekken, pekala elini kolunu sallayarak gönderilebiliyor.Kanunlarlar hakkıyla tatbik edilmeyince,uygulayıcılar tarafından az korunabilirlik erkeklerin kendilerine olan güvensizliklerini ve öfkelerini dışa vurmaları için ideal ortam hazırlıyor.
Türkiye’de erkek egemen bir toplum yapısı mevcut olduğundan, yargı da, uygulayıcılar da erkeği kayırıyor. Yasamada, yürütmede ve yargıda daha çok kadın yer almalıdır kanaatindeyim.

   Sayın Başbakanımız yakın zamandaki bir konuşmasında, sokak ortasında sekiz bıçak darbesi alan bir kadının mağduriyetinden dem vuruyor. Kimse de çıkıp sen kimi kime şikayet ediyorsun demiyor. Algı farkı işte burada devreye giriyor.Fertleri dinlediğinizde bak başbakan bile bundan dertli diyor,kendine yandaş görüyor. Halbuki denmesi gereken sen bu dertleri dert olmaktan çıkarması gereken değilmisin demek lazım gelmezmi?
    Daha anca anca ataerkil düzenin dışına çıkarak konuşan ve kadın sorunlarının çözümü meselesinde kadınlarla beraber çalışmaya başlayan erkekleri nicelik ve nitelik olarak artırmak ve sürece dahil kılmak kısa vadede yapılabileceler arasındadır.
 

Kadınlar gününde kadınlara yönelik seminerler değil erkeklere yönelik eğitici seminerler düzenlenmeli, organzizasyonlar yapılmalı ,mevcut  sorun; şiddet karşıtı erkeklerle ele ele aşılmalıdır.

 

YORUM EKLE