Sektör Faydalı Bilgiler
Yayınlama Tarihi 02 Ağustos 2010

MUCİZE KAVRAMI VE PEYGAMBERLERİN MUCİZELERİ

HAC KURA SONUÇLARINI ÖĞREN

DİYANET İŞLER BAŞKANLIĞI WEB SİTESİ


MUCİZE KAVRAMI

“Mucize”, Arapça’da ‘Acz’ kökünden türemiş; İf’âl babından ismifâil, müfred müennes bir sözcük olup anlamı “aciz bırakan” demektir. Bununla “insan aklını ve kudretini aciz bırakan şey” kastedilir. Batı dillerine Latince ‘miraculum’ sözcüğünden  ‘Le miracle’ olarak geçmiştir. “Harikulâde bir şey, fevkalâde (olağanüstü) bir hal” anlamına gelir.

Peki evrende  “Mucize” diye bir olay söz konusu olabilir mi?

Bunu evrendeki olaylar açısından ele alalım:
DOĞADA DETERMİNİZM

Determinizmde deney konusu olmayan esrarengiz hiçbir olay ve kuvvet yoktur. Evrende olaylar birbirini kovalarlar. Yani bir olay diğerini, o da başka birini meydana getirir. Evren bir olaylar zinciri olarak devam eder. Bir olayı meydana getiren yine başka bir olaydır, metafizik veya doğaüstü bir kuvvet değildir.

Evrende her şeyin bir sebebi vardır. Sebepsiz bir şey olmaz. Her şeyin sebebi de yine kendi cinsinden başka bir olaydır. Birinci olaya SEBEP, ikinci olaya SONUÇ denilir. Sebep ile sonuç arasında matematiksel bir oran vardır. Sebep ortaya çıkınca, sonuç da ZORUNLU olarak meydana gelir. Eserde sebepten fazla bir şey bulunmaz.

Bu kurala göre, evrende sıkı bir DETERMİNİZM hakim ise, yani her şey SEBEP-SONUÇ ilişkisinde ise, mucize diye bir şey olamaz.

Kimi de bu konuya doğadaki imkan ve izafilik açısından yaklaşarak böyle şeylerin olabileceğini kabullenmiştir.
2-DOĞADA İMKAN (CONTINGENCE )

Yukarıda görüldüğü gibi determinizmde zaruret (zorunluluk) vardı. Yani A olayı meydana geldiğinde mutlak surette, zorunlu olarak B olayının meydana gelmesi gerekmektedir. Örneğin su 100 dereceye kadar ısıtılırsa, su mutlaka ve zorunlu olarak kaynar.

İşte bu zorunluluğun zıddı, İMKAN = CONTINGENCE’ dir. Bu kanuna göre, A olayı meydana gelince B olayı meydana gelmeyebilir.

XVIII. yüzyılda katı bir determinizm kabul görürken, çağımızda Leibniz, Emile Boutroux gibi bilim adamları tabiatta determinizmin değil, imkanın= contigence bulunduğunu ispatlamışlardır. Bergson, Guenat, Reinke, Driesch, canlılar dünyasında determinizmin bulunmadığını ileri sürerek VİTALİZM akımını oluşturmuşlar ve bu konudaki düşüncelerini ’Tabiat Kanunlarının İmkanı’ adlı eserlerinde toplamışlardır.

Bu imkan = contingence prensiplerine göre, mucize veya doğal bir sebep olmadan; bir olayın, bir SONUCUN meydana gelmesi mümkündür.
2-DOĞADA İZAFİLİK

Fizik, kimya, matematik gibi ilimlerin Mayer Prensibi, Newton kanunları, Kepler Prensipleri gibi temel kavramlarıyla, cansız maddeler üzerinde incelemeler yapılmış; bu prensiplerin mutlak doğru olduğu noktasından yola çıkılmış ve neticede determinizmin zorunluluğu kabul edilmişti.

Oysa Fizik ve mekanik alanında meydana gelen yenilikler, katı determinizm bu anlayışını kökünden değiştirdi. Nitekim A.Einstein (1879-1958) yüksek matematikle ispat edilen İzafiyet Teorisiyle fizik, kimya ve matematikte büyük bir devrim yaptı. Bu teoriye göre:

   1.  Sabit kütle yoktur. Kütle cisimlerin hızına tabidir.
   2.  Madde yoktur, enerji vardır.
   3.  Evren N boyutludur, üç boyutlu değildir.
   4.  Zaman ve mekan dışta objektif olarak yoktur. Bunlar cisimlerin hareketlerine ve görünüşlerine bağlıdır.
   5.  Genel çekim bir kuvvet değil, mekanın eğriliğiyle açıklanan, evrenin geometrik bir özelliğidir.

Bu durumda doğadaki izafiliğe göre mucizenin olabileceği düşünülebilir.

Canlılar aleminde ise determinizmin yeri yok gibidir. Orada illet –eser, sebep–sonuç arasında zorunluluk yoktur. Her şey imkan = contingence çerçevesindedir. Etkiye eşit tepki hiç görülmez. Örneğin aynı şartlarda beslenen hayvanlar ve bitkiler, farklı farklı bünyeler alırlar.

Din terminolojisinde ise:

Mucize, Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin, bu davasının doğru olduğunu ispat için Allah’ın izin ve kudretiyle gösterdiği harikulâde (olağanüstü, tabiat kanunlarına aykırı) şeylerdir

Mu’cizeye bir tanım getirildikten sonra Kelam bilginleri tarafından bunun şartları kuramsallaştırılmıştır.
 
MUCİZENİN ŞARTLARI

Mucize, onu gösteren kişinin kendi hüneri değildir. Kendisine Allah tarafından,görevini yapabilmesi, iddiasını ispat edebilmesi ve toplumu ikna edebilmesi için verilir

Bir olayın mucize sayılabilmesi için :

    *  Sebep ve illeti olmadan yapılmalıdır. (determinizme aykırı olmalıdır.)
    *  Mutlaka harikulâde olmalıdır.
    *  Peygamberlik iddiasındaki kişiden başkası yapamamalıdır.
    *  Ortaya çıkan olay kendisini yalanlamamalıdır.
    *  Amacına uygun olarak ortaya çıkmalıdır.
    *  Peygamberlik sürecinde olup daha evvelki hayatında  olmamalıdır.
    *  Alenî olmalıdır. Yani herkesin gözü önünde olup herkes tarafından görülmelidir. İddiacının kendinden menkul olmamalıdır.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda peygamberlere verildiği kabul edilen mucizelere (!) bir göz atalım. Tüm peygamberler ve onlara izafe edilen mucizeleri tek tek zikretmek konuyu çok uzatacağından çağımızda ümmetleri var olan Îsâ, Mûsâ ve Muhammed ve İbrahim as.lara izafe edilen mucizeleri Kur’ân’dan inceleyelim.

Kur’an’da mucize sözcüğü geçmez. Kur’an’da “ayet (alamet/gösterge)” sözcüğü yer alır.

Mü’m in; 78: 78 – Ve ant olsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir alamet/gösterge getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar.

Ra’d; 38: 38- Ant olsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet (nesil; oğlan- kız çocuklar) verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir alamet/gösterge getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır.

Rabbimiz kendi varlığına, birliğine alamet/ işaret olan her varlığı ve olayı ayet diye ifade buyurmuştur.
Muhammed as.a verilen ayet (alamet/ gösterge)

İslam öncesi toplumlarda mitolojik olayların nakli yaygındı. Mitolojide yarı tanrı birçok insan konu edilir. Rasülüllah geldiği zamanda da toplum ondan mitolojideki gibi, altından evinin olması, göğe çıkması, gökten bütünce bir kitap alıp gelmesi, beraberinde kendi inançlarındaki gibi bir melek olması, yememesi- içmemesi, altından ırmaklar fışkıran bağlarının- bahçelerinin olması, göğü tepelerine düşürmesi vs. gibi hünerler göstermesini beklediler ve istediler. Fakat bunlara Allah tarafından, Muhammed’in elçiliğine kanıt olarak sadece vahyin; Kur’an’ın yeteceği bildirildi. Ve her zaman Rasülüllah’ın elçiliğine kanıt olarak, sadece vahiy; Kur’an gösterildi.

Necm; 1-4: Par  ça parça inmiş ayetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki, arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. O, hevasından da konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.

Ya Sin; 1-6: Ya (10), Sin (60)- Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri duyarsız bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Aziz [çok güçlü], Rahîm’in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o elçilerdensin, hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.

Ankebut; 50, 51: 50- Ve onlar, “Ona Rabbinden alametler; göstergeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Alametler; göstergeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” 51- Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’

Rabbimiz “İndirilen yetmedi mi” buyrulurken, Allah’ın peygamberlere vahiy dışında bir gösterge vermediği yaratmadığı gerçeği de açıklanmaktadır.

Aslında Musa Firavunun karşısına çıktığında da Firavun Musa’da kanıt istemiş, Allah’ da Musa’ya kanıt olarak birikimini ortaya koydurmuştur:

A’raf; 103-108:

103. Sonra onların [o elçilerin/o toplumların] arkasından Mûsâ'yı alametlerimizle; göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, onlara (alametlere; göstergelere) zâlimlik ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!

104, 105. Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında hakta n başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâil oğullarını gönder benimle” dedi.

106. O (Firavun,) “Eğer bir alamet; gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğrulardan isen” dedi.

107-108. Bunun üzerine o (Mûsâ), birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir “SİLİP SÜPÜREN” kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca idi.

Şuara; 31- 33:

30- O [Musa]: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.

31- O [Firavun]: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.

32- Bunun üzerine o [Musa], birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki o [Musa’nın birikimi], apaçık bir silip süpürendir.

33- Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o [güç], izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.

Kur’an’ın birçok ayetinde vahyin “kendisine özgü” olduğu, vahyi kendisinden başka kimsenin yapamadığı- yapamayacağı gerçeğini ifade ediyor.

Allah elçi seçer

Hacc; 75, 76:

75, 76- Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da.. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah’a döndürülür.

Ruh ilkası (vahyetmek), Allah’a özgü bir iştir ve Allah ruhu dilediği kuluna ilka eder.

 

Mü’min; 15:

15- O, dereceleri yükseltendir, Arş’ın sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için kendi emrinden/ kendi işinden olan ruhu [vahyi] kullarından dilediğine ilka eder [bırakır].

İsra; 85:

85 - Ve sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir/ işindendir. Size ise az bilgiden başka, bir şey verilmemiştir.”

Şura; 52, 53:

52, 53- İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola, göklerde ve yerde bulunanlar kendisi için olan O Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner.

Duhan; 2- 7:

2- 7- Apaçık/açıklayan Kitap’a yemin olsun ki, şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, hikmetle dolu/sağlam her işin/oluşun kendisinde ayırt edildiği, mübarek [bolluklu] bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden; göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden -eğer kesin inanan kimseler iseniz- bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir.

Bu ayetlere göre vahiy de ilk yaratma gibi Allah’a özgü bir hadisedir. Vahyin en büyük alamet; gösterge oluşu işte buradan gelir. Vahyin alametliğinin; göstergeliğinin nasıllığını, evrendeki kuramlarla anlamaya çalışmak havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Allah’ın “bana özgü bir iştir” demediği her olayı ise bilimsel ilkelerle değerlendirmek gerekmektedir.

İşte bu noktada durup düşünülmesi gerekiyor.

Durum böyle olmasına rağmen, geçmiş ilahi kitapların tahrif edilmesi, Kur’an’ın yanlış anlaşılması sonucu, insanlar peygamberlere birçok olağanüstü nitelikleri izafe etmişlerdir. Öyle ki diğer peygamberlere izafe edilen mucizeler(!) bine katlanarak son nebi Muhammed as.a adapte edilmiştir. Böylece son nebi ilahlar ilahı haline getirilmiştir. Bunları ibret-i alem için takdim ediyoruz:
MUHAMMED As’a izafe edilen sözde MUCİZELER (!)

Aşağıdaki yazılar, Mir’ât-ı Kâinat kitabından alınmıştır. Bu kitapta, mucizelerin (!) çoğunun kaynakları da bildirilmiş ise de, biz bu kaynakları yazmadık. Mucizelerin çoğunu da kısaltarak yazdık.

1- Muhammed Aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı kerimdir.

2- Muhammed aleyhisselâmın meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayı ikiye ayırmasıdır.

3- Muhammed aleyhisselâm, bâzı gazâlarında, susuz kalındığı zaman, mübârek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üç yüz, bazen bin beş yüz, Tebuk gazâsında ise yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

4- Bir gün amcası Abbas’ın evine gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup üzerlerine ihrâmı ile örterek: “Ya Rabbî! Bu benim amcam ve babamın kardeşidir. Bunlar da benim ehl-i beytimdir. Şu örtümle onları örttüğüm gibi, sen de cehennem ateşinden kendilerini ört, koru!” buyurdu. Duvarlardan üç kere âmin sesi işitildi.

5- Bir gün kendisinden mucize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı,. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip: “eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh.” dedi. Sonra, gidip yerine dikildi.

6- Hayber gazâsında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında: “Ya Rasülüllah! Beni yeme, ben zehirliyim.” sesi işitildi.

7- Bir gün, elinde put bulunan kimseye:” Put bana söylerse, iman eder misin?” dedi. Adam, “ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana nasıl söyler?” dedi. Muhammed As. : “Ey put ben kimim?” deyince, “Sen Allah’ın peygamberisin.” sesi işitildi. Putun sahibi, hemen imana geldi.

8- Medine’de, mescitte dikili bir hurma kütüğü vardı. Rasülüllah hutbe okurken, buna dayanırdı. Buna Hannâne denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaât işittiler. Minberden inip, Hannâne’ye sarıldı. Sesi kesildi. “ Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı.” buyurdu.

9- Eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlayı tesbih ettikleri çok görülmüştür.

10- Bir kâfir gelip, senin peygamber olduğunu ben nereden bileyim? dedi. Rasülüllah, “Şu hurma ağacındaki salkımı çağırsam, oda gelse iman eder misin?” buyurdu. Kâfir, evet iman ederim, dedi. Rasülüllah hurma salkımını çağırdı, sıçrayarak geldi. Rasülüllah, “yerine git.” buyurdu. Ağaçtaki yerine çıkıp asıldı. Bunu gören kâfir iman etti

11- Mekke’de birkaç kurt bir sürüden koyun kapıp götürdüler. Çoban hücum edip, kurtardığında, kurtların birisi, Allahü teâlânın gönderdiği rızkımızı elimizden alırken, Allahü teâlâdan korkmadın mı? dedi. Çoban: “Çok şaşırdım, kurt konuşur mu?” deyince, kurt: “Bundan daha şaşılacak şeyi haber vereyim mi? Medine’de Allahü teâlânın peygamberi olan Muhammed as. mucizeler gösteriyor.” dedi. Çoban gelip bunu Rasülüllah’a anlattı ve Müslüman oldu.

12- Muhammed as. bir çayırda giderken, üç kere, “Ya Rasülallah!” sesini işitti. O tarafa bakıp, bağlı bir geyik gördü. Yanında bir adam uyuyordu. Geyiğe ne istediğini sordu. O da: “Bu avcı beni avladı. Karşıki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları emzirip geleyim.” dedi. Rasül as. “Sözünü tutar mısın, gelir misin?” dedi. “ Allahü teâla için söz veriyorum, gelmezsem Allahü teâlânın azabı benim üzerime olsun.” dedi. Rasülüllah geyiği bıraktı. Biraz sonra geldi. Rasülüllah onu bağladı. Adam uyanıp: “Ya Rasülallah, bir emrin mi var? dedi. “Bu geyiği azat et!” buyurdu. Adam geyiğin ipini çözüp bıraktı. Geyik sevincinden iki ayağını yere vurup, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve enneke Rasülüllah” dedi ve gitti.

13- Bir gün bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim, dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. “Dünyaya gelmek ister misin? buyurdu. “Ya Rasülallah, dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslüman’ın âhreti, dünyasından daha iyi.” dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.

14- Cabir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Rasülüllah ashâbı ile yediler. “Kemiklerini kırmayınız!” buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlâ koyunu diriltti.

15- Rasülüllah’a büyüdüğü halde hiç konuşmayan bir çocuk getirdiler. “ben kimim?” diye sordu. Sen Rasülüllahsın diye cevap verdi. Ölünceye kadar konuştu.

16- Bir kimse yılan yumurtasına basarak iki gözü kör oldu. Rasülüllah’a getirdiler. Mübârek tükürüğünden gözlerine sürmekle görmeye başladı.Hatta seksen yaşında olduğu halde, iğneye iplik geçirirdi.

17- Muhammed bin Hatib diyor ki: Küçük idim. Üstüme kaynar su döküldü. Vücudum yandı. Babam beni Rasülüllah’a götürdü. Mübârek elleri ile tükürüğünü yanan yerlere sürdü ve duâ buyurdu. Hemen yanıklar iyi oldu.

18- Bir kadın, kel oğlunu getirdi. Rasülüllah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Şifa buldu. Saçları uzamaya başladı.

19- Tirmizi ve Nesâî’nin Sünen kitaplarında diyor ki, iki gözü âma bir kimse gelip: “Ya Rasülellah Allahü teâlâya duâ et, gözlerim açılsın.” Dedi. “Kusursuz bir abdest al. Sonra Ya Rabbi, sana yalvarıyorum. Sevgili peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak,senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselâm! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefâatçi eyle! Onun hürmetine duâmı kabul et!” duâsını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri açıldı.

20- Ebu Talip ile bir çölde gidiyordu. Ebu Tâlib, çok susadığını söyledi. Rasülüllah, hayvandan yere inip, “Susadın mı?” buyurdu ve mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su fışkırdı. “Amcam, bu sudan iç!” buyurdu.

21- Hudeybiye Gazâsında susuz bir kuyunun yanına kondular. Asker susuzluktan şikâyet etti. Bir kova su istedi, içinden abdest alıp tükürdü.Bunu kuyuya döktürdü. Bir ok alıp kuyuya attı. Kuyunun ağzına kadar su ile dolduğunu gördüler.

22- Bir gazâda, asker susuzluktan şikâyet etti. Rasülüllah, iki askeri su aramaya gönderdi. İki kırba dolusu su ile deve üstünde bir kadını gördüler, getirdiler. Rasülüllah, kadından bir miktar su istedi. Bir kap içine döktürdü. Bütün asker gelip sıra ile kaplarını, tulumlarını doldurdular. Kadına bir miktar hurma verip su tulumlarını da doldurdular. “Senin suyundan eksiltmedik. Bize suyu Allahü teâlâ verdi.” buyurdu.

23- Medine’de minberde hutbe okurken, bir kimse: “ Ya Rasülellah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk oluyor. İmdadımıza yetiş!” dedi. Ellerini kaldırıp, duâ eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse: “Ya Rasülellah! Yağmurdan helak olacağız!” deyince, Rasülüllah tebessüm etti ve “Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsân eyle!” buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

24- Câbir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Rasülüllah’a haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. “alacaklılarını çağır, gelsinler!” buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

25- Bir kadın hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek: “Ya Rasülellah, hediyemi niçin kabul etmediniz? Acaba günahım nedir?” dedi. “Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir.” dedi. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Rasülüllah’a haber verdiler. “Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi.” buyurdu.

26- Ebu Hüreyre diyor ki: Rasülüllah’a birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için duâ etmesini söyledim. Bereketli olmaları için duâ buyurdu ve “Bunları al, kabına koy. Ondan almak istediğin zaman elinle içinden al, onları boşaltıp saçma!” buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantamı gece gündüz yanımdan ayırmayıp Osman zamanına kadar hep yedim. Yanımdakilere de yedirdim ve avuç dolusu sadakalar verdim. Osman şehit olduğu gün çantam kayboldu.

27- Rasülüllah, Süleyman (AS.) gibi bütün hayvanların dilinden anlardı. Gelecek sahibinden veya başkalarından şikâyet eden hayvanlar çok görüldü. Rasülüllah bunu Ashâbı kirama haber verdi. Huneyn Gazâsında, binmiş olduğu “Düldül” ismindeki ak katıra, “Yere çök!” dedi. Düldül, hemen çökünce, yerden bir avuç kum alıp, kâfirlerin üzerine saçtı.

28- Rasülüllah’ın gaipten haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır.

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalpli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve âhrette olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan bir kaçı aşağıda bildirilmiştir.

(İslâm’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, ashâbı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Rasülüllah Mekke-i Mükerreme’de kalan ashâbı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış veriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi bütün içtimâî muamelelerden men olundular.

Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahitnâme yazarak, Ka’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Arza denilen bir çeşit kurdu (ağaç kurdu) o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan “ Bismikellahümme” ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtçuk yedi, bitirdi. Allahü teâla bu hâli Cibril-i emin vasıtasıyla Peygamberimize bildirdi. Peygamberimiz de bu hâli amcası Ebu Talib’e anlattı.

Ertesi gün Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek: “Muhammed’in Rabbi O’na şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de O’nu artık himâye etmeyeceğim.” dedi.

Kureyş’in ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Ka’be’ye geldiler. Ahitnâmeyi Ka’be’den indirerek açtılar ve Rasülüllah’ın buyurduğu gibi “Bismikellahümme” ibaresinden başka, bütün yazılanların silinmiş olduğunu gördüler.)

Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, “Bu gece, Kisra’nızı kendi oğlu öldürdü.” buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi.

29- Bir gün, zevcesi Hafsa’ya ,”Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır.” Buyurdu. Bu sözle Ebu Bekir’in ve Hafsa’nın babası Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

30- Ebu Hüreyre’yi Medine’de zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Rasülüllah’a götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur, diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Rasülüllah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, “Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?” dedi. Ebu Hüreyre anlatınca, “Seni aldatmış. Yine gelecektir.” buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, Âyetel kürsi’yi okursan Allahü teâla seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz, dedi ve gitti.

Ertesi gün, Rasülüllah, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca: “Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Hayır bilmiyorum deyince, “O kimse şeytan idi.” buyurdu.

31-Rum imparatorunun orduları ile harp için Mûte denilen yere asker gönderdikte, sahâbeden dört emîrin arka arkaya şehît olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

32-Muaz bin Cebel’i vâli olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. “Seninle kıyamete kadar artık buluşamayız.” dedi. Muaz Yemende iken Rasülüllah Medine’de vefât etti.

33- Vefat ederken, kızı Fâtıma’ya, “Akrabam arasında bana evvelâ kavuşan sen olacaksın.” dedi. Altı ay sonra Fâtıma vefât etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefât etmedi.

34-Kays bin Şemmas’a “Güzel olarak yaşarsın ve şehît olarak ölürsün.” buyurdu. Ebu Bekir halife iken Yemame’de Müseylemet-ül- Kezzab ile yapılan muharebede şehît oldu.

35- Acem padişahı Kisra’nın ve Rum padişahı Kayser’in memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

36-Ümmetinden çok kimselerin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâm’ın o gazâda bulunacağını haber verdi. Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehît oldu.

37-Rasülüllah bir gün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek: “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemin ederim ki, evlerinizin arasında, sokaklarda meydana gelecek fitneleri görüyorum.” buyurdu. Osman’ın şehît edildiği günlerde ve sonra Yezit zamanında, Medine’de büyük fitneler meydana geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü.

38-Bir gün kendi zevcelerinden birinin halifeye karşı isyan edeceğini haber verdi. Âişe bu söze gülünce: “Ya Humeyra! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın.” buyurdu. Sonra, Ali’ye dönüp. “Bunun işi senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!” dedi. Otuz sene sonra, Âişe, Ali ile harp etti ve ona esir düştü. Ali, O’nu ikram ve ihtiram ile Basra’dan Medine’ye gönderdi.

39- Muâviye, “Bir gün ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükafat et! Kötülük edenleri de affeyle!” buyurdu. Muâviye, Osman zamanında Şam’da yirmi sene vâlilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı.

40-Bir gün, “Muâviye hiç mağlup olmaz.” buyurdu. Ali, Sıffîn muharebesinde, bu hadisi işitince, eğer önceden işitseydim, Muâviye ile harp etmezdim dedi.

41-Sa’d bin Muaz, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zaman sonra vefat etti. Namazında yetmiş bin meleğin bulunduğunu Rasülüllah haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı.

42-Kızı Fâtıma’nın oğlu Hasan için: “Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır.” buyurdu. Büyük bir ordu ile Muâviye’ye karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muâviye’ye teslim etti.

43-Abdullah bin Zübeyr, Rasülüllah’ın hacâmat edilirken çıkan kanını içti. Bunu görünce: “İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.” Buyurdu. Abdullah bin Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan edince, Abdülmelik bin Mervân, Şam’dan Haccâc’ı büyük bir ordu ile Mekke’ye gönderdi. Abdullah’ı yakalayıp öldürdüler.

44- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp: “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir.” dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve Kâmet okuyup, mübârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halifelerin babasını al, götür!” dedi. Abbas bunu işitti ve gelip sorduğunda: “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, Mehdi ve İsâ aleyhisselâmla namaz kılan bir kimse bulunacaktır.” dedi. Abbasiye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu.

45-Bir gün, “Ümmetim arasında, râfızî denilen çok kimseler meydana gelecektir. Bunlar, İslâm dininden ayrılacaklardır.” buyurdu.

46-Ashâbından çok kimseye hayır duâlar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.

47- Rasülüllah’ın cennete gideceklerini müjdelediği on kimseye ‘Aşere-i mübeşşere’ denir. Bunlardan Sa’d bin ebi Vakkas’a Uhud gazâsında: “ Ya Rabbi! Bunun oklarını hedeflerine ulaştır ve duâlarını kabul eyle!” dedi. Bundan sonra Sa’d’ın her duâsı kabul oldu. Ve her attığı ok düşmana isâbet etti.

48-Amcasının oğlu Abdullah bin Abbas’ın alnına mübârek ellerini koyup: “Ya Rabbi! Bunu dinde derin ve âlim yap, hikmet sahibi eyle! Kur’ân’ı kerimin bilgilerini kendisine ihsan eyle!” buyurdu. Bundan sonra, bütün ilimlerde ve bil hasa tefsir,hadis ve fıkıh bilgilerinde zamanının bir tanesi oldu. Sahâbe ve tâbiîn her şeyi bundan öğrenirlerdi. “Tercüman-ül Kur’ân, Bahr-ül-ilm, ve Reîs-ül müfessirîn” isimleriyle meşhur oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu.

49-Hizmetçilerinden Enes bin Mâlik’e: “Ya Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle. Günahlarını affeyle!” duâsını yaptı. Zaman geçtikçe malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyade çocuğu oldu. Yüz on sene yaşadı.. ömrünün sonunda . “ Ya Rabbî! Habibinin benim için yaptığı duâlardan üçünü kabul ettin, ihsan ettin! Dördüncüsü olan günahların affedilmesi acabâ nasıl olacak!” deyince . “Dördüncüsünü de kabul ettim. Hatırını hoş tut!” sesini işitti.

50-Mâlik bin Rebia’ya “Evlâdın bereketli olsun! diyerek duâ buyurdu. Seksen oğlu oldu.

51-Nâbiga ismindeki meşhur şâir, şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan, “ allahü teâlâ dişlerini dökmesin!” duâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

52- Urve bin Cu’d için: “Ya Rabbi! Bunun ticaretine bereket ver!” buyurdu. Urve diyor ki, bundan sonra yaptığım ticaretlerin hepsi kârlı oldu. Hiç zarar etmedim.

53-Kendi kızı Fâtıma, bir gün yanına geldi. Açlıktan benzi sararmıştı. Elini onun göğsüne koyup: “Ey açları doyuran Rabbim! Muhammed’in kızı Fâtıma’yı aç bırakma!” buyurdu. Fâtıma’nın yüzü hemen kanlandı, canlandı. Ölünceye kadar hiç açlık duymadı.

54- Aşere-i mübeşşereden Abdürrahman bin Avf’a bereket ile duâ etti. Malı o kadar çoğaldı ki, dillerde destân oldu.

55- “Her peygamberin duâsı kabul olur. Her peygamber, ümmeti için dünyada dua etti. Ben ise, kıyamet günü ümmetime şefâat izni verilmesi için duâ ediyorum. İnşaallah duâm kabul olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefâat edeceğim.” buyurdu.

56- Mekke’de bâzı köylere gidip iman etmeleri için çok uğraştı. Kabul etmediler. Yusuf Peygamber zamanında Mısır’da görülen kıtlık gibi sıkıntı çekmeleri için duâ etti. O sene oralarda öyle kıtlık oldu ki, leş yediler.

57- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Rasülüllah’ın damadı olduğu halde, Rasülüllah’a iman etmedi ve O serveri çok üzdü. Mübârek kızı Ümmü Gülsüm Hatunu boşadı. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp: “Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini Mûsâllat et!” buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.

58-Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. “sağ elinle ye!” buyurdu. Sağ kolum hareket etmiyor, diyerek yalan söyledi. “Sağ elin artık hareket etmesin!” buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremez oldu.

59- Acem Padişahı Husrev Perviz’e iman etmesi için mektup gönderdi. Ancak Husrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehît eyledi. Rasülüllah bunu işitince, çok üzüldü ve “Ya Rabbî! Benim mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!” buyurdu. Rasülüllah hayatta iken Husrev’i oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Ömer halife iken, Acem memleketinin tamamını Müslümanlar fethedip, Husrev’in nesli de mülkü de kalmadı.

60-Rasülüllah, çarşıda emr-i mâruf ve nehy-i münker ederken, nasihat verirken, Mervan’ın babası olan Hakem bin Âs ismindeki alçak, Rasülüllah’ın arkasından gelerek, gözlerini açıp kapar ve yüzünü buruşturur, böylece alay ederdi. Rasülüllah, arkaya dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce: “Kendini gösterdiğin şekilde kal!” buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı.

61-Allahü teâlâ habibini belalardan korurdu. Ebu Cehl, Rasülüllah’ın en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı başına vurmak için kaldırdıkta, Rasülüllah’ın iki omzunda birer yılan görerek taş elinden düştü ve kaçtı.

62-Ka’be-i Muazzama yanında namaz kılarken, yine alçak Ebu Cehl, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde: “ Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Bir çok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı.” Bunu Müslümanlar işitip Rasülüllah’a sorduklarında: “ Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı.” buyurdu.

63-Hicretin üçüncü senesinde, Rasüllüllah Katfân gazâsında, bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Da’sur isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılıçla gelip. “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Rasülüllah: Allah kurtarır.” Dedikte, Cebrail ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılıç elinden düştü. Rasülüllah, kılıcı eline alıp: “seni benden kim kurtarır?” dedi. “beni kurtaracak senden daha hayırlı kimse yoktur.” diye yalvardı. Af buyurup, serbest bıraktı. İmana gelip, çok kimselerin de imana gelmesine sebep oldu.

64- Hicretin dördüncü senesinde, Beni Nadir’de Rasülüllah, Yahudilerin kale duvarları altında Ashâbı ile konuşurken, bir Yahudî büyük bir değirmen taşını yukarıdan atmak istedi. Taşa elini uzatınca, iki eli çolak oldu.

65-Hicretin dokuzuncu senesinde uzaklardan akın akın gelip iman ediyorlardı. Âmir ile Erbed isminde iki kâfir, gelenler arasına katıldı. Âmir Rasülüllaha imana geldiklerini söylerken Erbed, arkaya geçip kılıcını kınından çıkarmak istedi. Eli tutmaz oldu. Âmir, karşıdan ne duruyorsun? diye işaret edince, Rasülüllah: “Allahü teâlâ, ikinizin zararından beni korudu.” buyurdu. Oradan ayrıldıklarında, Âmir, Erbed’e: “Niçin sözünde durmadın?” dedi. O da“Kaç kere kılıcı çekmek istedim. Hep seni ikimizin arasında gördüm.” dedi. Birkaç gün sonra hava açıkken ansızın bulutlar kapladı. Erbed’e yıldırım düşerek devesi ile birlikte öldü.

66- Rasülüllah bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

67-Rasülüllah gazâlarda ve çöllerde, kendini muhafaza için ashâbdan bekçiler ayırmıştı. Mâide suresindeki: “Allah seni insanların zararından korur.” Meâlindeki 67. âyeti kerime gelince, bundan vazgeçti. Düşmanlar arasında yalnız dolaşır, yalnız yatar, hiç korkmazdı.

68- Enes bin Mâlik’te, Rasülüllah’ın bir mendili vardı. Bununla mübârek yüzünü silmişti. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zaman, ateşe bırakırdı. Kirler yanıp, mendil yanmaz, tertemiz olurdu.

69- Bir kuyunun suyunu kova içinden içip kalanını kuyuya döktüler. Kuyudan her zaman misk kokusu çıkardı.

70- Utbe bin Firkad’in bedeninde kurdeşen denilen hastalık çıktı. Rasülüllah, onu soyup ve kendi mübârek ellerine tükürüp, elleriyle gövdesini sıvadı. Hasta şifa buldu. Bedeni, misk gibi kokardı. Bu hal uzun zaman devam etti.

71-Selmân-ı Fârisî, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Benî Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vâdi-ül Kurâ denilen mevkide hainlik edip bir Yahudi’ye köle diye sattılar. Bu da akrabası, Medineli bir Yahudi’ye köle olarak sattı. Hicrette Rasülüllah’ın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi Nasrânî âlimdi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, âhir zaman peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Rasülüllah’ın vasıflarını öğretmiş, O’nun hediye kabul edip sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti.

Selman-ı Farisî, Rasülüllah’a sadakadır diyerek hurma getirdi. Rasülüllah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmi beş kadar hurma getirdi. Rasülüllah ondan yedi. Bütün Ashâb-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Rasülüllah’ın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Rasülüllah, bunu anlayıp mübârek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi.

Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile bin altı yüz dirhem altın ödemek şartı ile âzât edilmesine söz kesildi. Rasülüllah bunu işitti. Mübârek elleri ile iki yüz doksan dokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Rasülüllah, bunu çıkarıp mübârek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi.

Bir gazâda, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selmân’a verdiler. Rasülüllah’a gelip bu gâyet azdır, bin altı yüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selmân’a verdi. Bunu sahibine götür dedi. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da Selmân’a kaldı.

72- Rasülüllah, namaz kılarken şeytan gelip namazını bozmak istedikte, mübârek elleri ile yakaladı. Bir daha gelip namazı bozdurmayacağına dair ondan söz alıp serbest bıraktı.

73- Medine’de münafıkların reîsi olan Abdullah bin Übey bin Selül, öleceğine yakın Rasülüllah’ı çağırdı Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız, diye yalvardı. Her istenileni vermek âdeti olduğu için, gömleğini ihsan eyledi. Cenaze namazını dahi kıldı. Medine’de bulunan bin münafık, Rasülüllah’ın bu ihsanına hayran kalıp, hepsi imana geldiler.

74-Kureyş kâfirlerinden Velîd bin Muğire , Âs bin Vâil, Hâris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalb, Rasülüllah’a cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrâil gelip, “Seninle alay edenlere cezâlarını veririz ...” meâlindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velid’in ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. Âs’ın ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Haris’in burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, âmâ olup, hepsi helak oldular.

75- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Rasülüllah’tan bir alâmet istedi. “Ya Rabbî! Buna bir âyet ihsan eyle.” buyurdu. Tufeyl kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl, Ya Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bâzısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler, dedi. Duâsı kabul olup nûr yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler.

76- Medine’de Beni Neccâr kabilesinden hüsn-ü cemal sahibi bir kadın vardı. Bir cinni buna âşık olup, dâima gelirdi. Rasülüllah Medine’ye geldikten sonra, bir gün bu cinnî, kadının evinin önündeki duvarda otururken, kadın onu tanıdı. “Niçin bana gelmez oldun?” dedi. Cin, Allahü teâlânın peygamberi zinayı ve bütün haramları yasak etti, dedi.

77-Bi’r-i Mâûne denilen muharebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş sahâbeyi şehît ettiler.Bunlar arasında Ebu Bekir’in kölesi iken âzât ettiği ve ilk iman edenlerden Âmir bin Füheyre’yi süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler onu göğe kaldırdılar. Bunu Rasülüllah’a haber verdiklerinde. “Onu cennet melekleri defnettiler ve ruhu cennete çıkarıldı.” buyurdu.

78-Sahâbeden Hubeyb bin Adiy’yi kâfirler yakalayıp Mekke’ye götürdüler, idam ettiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diye sehpadan indirmediler.. Kırk gün sehpada kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan aktı.Rasülüllah, bunu haber alıp onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvam ve Mikdâd bin Esved’i gönderip gece ağaçtan aldılar. Medine’ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetiştiler. Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb’i yere bıraktılar. Yer yarılıp Hubeyb kayboldu. Kâfirler bu hali görüp döndüler, gittiler.

79-Hicretin yedinci senesinde Rasülüllah, Habeş Padişâhı Necâşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’e ve Acem padişâhı Husrev’e ve Bizans’ın Mısır’daki vâlisi Mukavkas’a ve Şam’daki vâlisi Hâris’e ve Umman sultânı Semâme’ye mektuplar göndererek, hepsini imana dâvet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.

80-Sahâbenin büyüklerinden Zeyd bin Hârise uzak bir yere gidiyordu. Kira ile tuttuğu katırcısı, tenha bir yerde bunu öldürmek istedi. İzin isteyip iki rekat namaz kıldı. Sonra üç kere “ Ya Erhamerrahimin” dedi. Her birini söylerken “ Onu öldürme!” sesi geldi. Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılıç bulunan bir süvari içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyd’e dönerek: “ Sen Ya Erhamerrahimin” duâsına başlarken, ben yedinci gökte idim. İkincisini söylerken birinci göğe yetişti. Üçüncüsünde yanınıza geldim, dedi. Bunun melek olduğunu anladı.

81- Rasülüllah’ın zevcelerinden Ümmü Seleme’nin âzât ettiği Sefine ismindeki sahabe, Rasülüllahın hizmetinden hiç ayrılmazdı. Rumlara karşı yapılan gazâda askerden ayrılıp kâfirlere esir düştü. Kaçıp gelirken karşısına korkunç bir aslan çıktı. Ben Rasülüllah’ın hizmetçisiyim deyip başından geçenleri aslana anlattı. Aslan buna yüzünü gözünü sürüp yanında yürüdü. Düşmanlardan bir zarar gelmesin diye yanından ayrılmadı.İslâm askeri görülünce dönüp gitti.

82- Cehcâhi Gaffari isminde birisi halife Osman’a isyan etti. Rasülüllah’ın her zaman elinde taşıdığı âsâyı dizi ile kırdı. Bir sene sonra dizinde şir pençe hastalığı hâsıl olarak ölümüne sebep oldu.

83- Muâviye Şam’dan hacca gelip, Rasülüllah’ın Medine’deki minberi şerifini bereketlendirmek için Şam’a götürmek istedi. Minberi yerinden oynattıklarında, güneş tutuldu. Her taraf kararıp, yıldızlar göründü. Bu arzusundan vazgeçti.

84-Uhud Gazâsında Ebu Katâde’nin bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Rasülüllah’a getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, “Ya Rabbi! Gözünü güzel eyle!” dedi. Bu gözü diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. Ebu Katâde’nin torunlarından biri halife Ömer bin Abdülaziz’in yanına gelmişti. “Sen kimsin?” dedi. Bir beyit okuyarak, Rasülüllah’ın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halife bu beyitleri işitince, kendisine ziyâde ikramda ve ihsanda bulundu.

85- Iyas bin Seleme diyor ki: Hayber Gazâsında, Rasülüllah beni gönderip Ali’yi istedi. Ali’nin gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp Ali’nin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip Hayber kapısında dövüşmeye gönderdi. Çok zamandır açılamayan kapıyı Ali yerinden söktü ve Ashâb-ı kiram kaleye girdi.

Görülüyor ki peygamberler yarıştırılıyor. Futbol fanatikleri gibi: “En büyük takım benim takım, en büyük peygamber benim peygamberim!”

Peygamberimize yukarıda saydıklarımızın dışında daha binlerce mucize (!) uyarladılar. Hepsi de ifrat ölçülerindedir. Ciltlerce kitap yazdılar, roman gibi hayal ürünlerini ortaya koydular. Bunlardan, kayda değerlerinin bir listesini veriyoruz. İlgilenenler bakabilirler.

    * Huccetüllahi alel âlemin/ İsmâil ibn Yûsuf Nebhânî
    * Delâil-ün Nübüvvet /Hâfız Ebu Bekr el-Beyhâkî
    * Delâil-ün Nübüvvet /Hâfız Ebu Nuaym el Asbhânî
    * A’lâm-ün Nübüvvet /İmam Ebu-l hasan el Mâverdî
    * El vefa Fi fadâil-i Mustafâ/ Ebul Ferec İbn el Cevzî
    * Şeref-ül Mustafâ / Ebu Sa’d en Nisâburî
    * Eş Şifâ /imam el Kâdı İyâd
    * El Mevâhib-ü Ledünniye /İmam el Kastalânî
    * Es-Siyret-ün Nebeviyye / Seyyid Ahmed Dahlân

Yukarıda Rasülüllah’a vahyedilen Kitap’ın ayet (alâmet; gösterge) olarak yeteceği belirtilmesine rağmen maalesef bu uydurmalar yapılmıştır. Kur’ân alamet; göstergelerin EN BÜYÜĞÜ olmasına rağmen bunu kavrayamayan güdük akıllılar, mucize (!) uydurarak, hatta ifrat boyutunda, İLAHİ SIFATLARI Rasülüllah’a yakıştırarak sapıklığa düşmüşlerdir.

Kur’ânı kerim, EDEBÎ SANATLAR, İÇERDİĞİ KONULAR, YENİ YENİ ANLAYABİLDİĞİMİZ FİZİK, KİMYA, BİYOLOJİ ve ASTRONOMİ konusunda verdiği bilgiler yönüyle başlı başına birer alamet; göstergedir. Bu nedenle sürekli insanlığa ‘SİZDE ONUN BİR MİSLİNİ, BİR SURESİNİ, BİR ÂYETİNİ GETİRMEYE ÇALIŞSANIZ DA GETİREMEZSİNİZ’ diye meydan okumaktadır. Bu meydan okuyuşları, Bakara;23, İsra 88, Yunus 54, Hud 13, Tur 33,34’te görebiliriz.

Bu meydan okuyuş on beş asırdır devam etmekte ve kıyamete kadar da devam edecektir. Kur’ânı kerim, ilk inişinden bu güne kadar ve gelecekte de trilyonlarca insanı etkileyecek özelliğiyle ayetlerin (alâmetlerin; göstergelerin) EN BÜYÜĞÜDÜR.
ÎSÂ’NIN MUCİZELERİ (!)

Bilindiği üzere İsa peygamber ile ilgili de beşikte konuşma, ölüleri diriltme, gökten sofra indirme gibi bir takım mucizeler konu edilmektedir. Bunları da Kur’an ile değerlendiriyoruz

Âl-i İmran; 45-51:Hani bir zaman melekler: “Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih’tir. Dünya ve âhrette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardan ve salihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. Ve O (Allah), ona kitabı, hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) ve Tevrat ile İncil'i öğretecek. Ve onu İsrail oğullarına; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir ayet (alamet; gösterge) getirdim. Ben, çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah’ın izniyle o kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir ayet(alamet; gösterge) vardır. Tevrat’tan iki elim arasındakini doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir ayet (alamet; gösterge) de getirdim size. Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

Bu ayetlerde Rabbimiz, yaratma şekillerini ve Rabbimizin elçi yetiştirmesi konu edilmektedir. Bu konu işlenirken de bir zamanlar, elçi Zekeriya ile Meryem’e iletilen mesajların içeriği açıklanmaktadır. Yukarıda mesajın bir bölümünün neler olduğunu görmüş idik.

Burada da konu edilen melekler; 42, 43. ayetlerde olduğu gibi, o vahiyler, meleklerin dedikleri de o vahiylerdeki mesajlardır. Burada intak (konuşturma; dile getirme) sanatı ile anlatım yapılmaktadır. Aslında bu mesajlar, Zekeriyya’ya vahyedilmiş, Zekeriya da Meryem’e iletmiştir. Ahzab; 30- 34. ayetlerde de Rasülüllah vasıtasıyla Peygamber kadınlarına hitap edildiğini göreceğiz.

Kırk altıncı ayette İsa ile ilgili “Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da.” bilgisi verilmektedir. Bu noktanın iyi anlaşılması için, Meryem suresi için yaptığımız bir tahlili burada naklediyoruz:

......

Tebyin çalışmamızda, Mushaf tertip heyetinin, Mushaf’ı tertip ederken kronolojik bir tertip yapmadıkları, necmlere dikkat etmedikleri, bazı paragraflardaki cümlelerin, bütün ayet halindeki cümle öğelerinin gerekli dilbilgisi kurallarına uygun tertip etmediklerini yüzlerce kez göstermiş idik. Bu durumu, bir zamanlar, tertip heyetinin dilbilimi açısından uzman olmayışına, önce bütünü koruyup sonra düzeltmelerin yapılması yolunu tercih ettiklerine yormuş idik.

Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olayların ve katliamın ortaya çıkışı buna rağmen tertibin birçok nedenle irdelenmesinin engellenişi; bizde, bunun, ihmalden, gafletten değil ihanetten kaynaklandığı kanaati oluşmasına sebep olmuştur.

Bu çalışmamızda Kur’an’da (Meryem, Zuhruf, Nisa sureleri) yer alan İsa peygamber ile ilgili pasajlarda bazı ayetlerin yer değiştirmiş olduğunu; yeri değiştiren ayetlerin bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük. Bunları da kitabımızda cümle aleme ifşa ederek herkesle paylaştık.

Kur’an pasajındaki ayetlerin, İsa ile ilgili pasaja götürülerek yerinin değiştirilmesiyle, Kur’an’a yönelik nitelikler, İsa peygambere kaydırılarak İslam dünyasında yanlış inanç oluşumlarının bilinçli olarak sağlandığı kanaatine vardık. Bu ihanetten hareket ederek, tertipte olduğu gibi kıraatte de bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve daha evvel Meryem suresindeki İsa ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik. Ve orada da daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu ayetleri yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyor ve bunları sizlerle paylaşıyoruz.

29. ayetin, elimizdeki Mushaf’taki kıraatine göre meali daha evvel de yazıp bildirdiğimiz gibi şöyledir:

Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar; “Biz beşikte bir sabi olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler.

Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmamasından başka bir de “Size o cevap verecek” şeklinde bebeğini işaret etmesi ise herkesi çileden çıkarmış ve kavminin “Biz beşikte bir sabi olan kimseyle nasıl konuşuruz?” sözlerine muhatap olmuştur.

Bu ifadelere göre, İsa beşikte konuşmuştur. Bu anlam, Âl-i İmran 46, Maide; 110. ayetlerin mevcut kıraatlerinin anlamlarıyla da desteklenmiş ve İsa’ya beşikte konuşmuşluk mucizesi verilmiştir. Ve İsa mevcut ayet tertibine göre beşikteyken “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salatı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.” diye konuşmuştur. (!)

Ne var ki bizim de açıkça belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün yapılmamış; İsa’nın sözlerinden olan 36. ayet; (Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.”ifadeleri” 34. ayet olarak tertip edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır. Biz bunu belirleyip daha evvel şöyle bir düzenleme yapmış idik.

30–33 ve 36. Ayetler:

O [Beşikteki çocuk], dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana Salatı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.”

Biz tahlilimizi önce bu pasajda ve İsa ile ilgili diğer ayetlerde yer alan ve “beşik” anlamıyla çevirdiğimiz “ ??????el MEHDİ” sözcüğü üzerinde yaptık. Bu sözcük, bilindiği üzere tüm diğer sözcükler gibi ilk Mushaf nüshalarında harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğün “ ??????el MEHDİ”, “ ??????el MÜHDİ” ve “ ??????el MİHDİ” olarak okunması mümkündür.

Bu sözcük,” ??????el Mehdi” olarak okunursa, “beşik”; ““ ?????? el Mühdi” diye okunursa “Yüksek mevki” anlamına gelmektedir. (Lisanü’l Arab, Tacü’l Arus) “ ? ? ?mhd” mad)

Elimizdeki resmi Mushaf’ta bu sözcüğün İsa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Al-i İmran; 38, 39. ayetlerdir. İlk Mushaf’lardan İsam nüshasında bu ayetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa Davud b. Ali Keylaniy tarafından Mekke’de 1437/841 senesinde yazılarak Mushaf’a yerleştirilmiştir. (Mushaf-ı Şerif; İSAM yayınları) Ne kayıp olan sayfayı harekeli olarak yazanlar ayetteki “ ?????el mhd” sözcüğünü harekelememişlerdir. Yani sözcüğü “??????el mehdi, “ ?????? el mühdi ve ??????el mihdi” okunabilir kılmışlardır.

Meryem; 29. el mehdi sözcüğünü “ ?????? el Mühdi” şeklinde okursak ayetin anlamı otomatikman “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, “BİZ; YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞURUZ?” dediler.” şeklinde olacaktır.

Yine bu ayetin orijinalindeki “ ?????NÜKELLİMÜ” diye okunan sözcüğün, ilk nüshalarının harekesi oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin “ ?????YÜKELLİMÜ” şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket ederek ayeti manalandırırsak ayetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, ‘YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞUR?’ dediler.” Şeklinde olur.

Ayetteki sözcüklerin kıraatleri ve anlamlarını böylece açıkladıktan sonra pasajdaki ayetlerin tertibi konusuna yeniden dönüyoruz.

Elimizdeki Mushaf’ın 30. ayeti “ ???Qale (o dedi ki:)” ifadesiyle başlamaktadır. Bu ayet 29. ayetin devamında tertip edilerek “İsa, beşikteki çocuk dedi ki: “…….” anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler, beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri durumunda olsa idi teknik olarak cümle “fâ-i takibiyye” ile başlayarak ifade “ ????fe Qale…..” şeklinde olması gerekirdi. Nitekim bundan evvelki 29. ayette Meryem’e yapılan ithama karşı Meryem’in savunması “ ?????? ????fe eşaret ileyhi (Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti.” Şeklinde “fa-i takıbiyye” ile gelmiştir.

Kısacası 30, ayet de teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir. Otuzuncu ayet teknik ve anlam itibariyle, 34. ayetin devamıdır. Cümle halinde 31, 32, 33 ve 36. ayetler ile birlikte 34. ayette yer alan “Meryem oğlu İsa” ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın anlamı şöyle olacaktır:

29- Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar “Biz; yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşuruz/ Yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşur?” dediler.

30–33, 34, 36- İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salatı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diyen Meryem oğlu İsa’dır.

Bu paragrafta açıkça İsa’nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah’ın dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. İsa’nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu ayetlerde de verilmiştir:

Maide; 72, 73:

“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih: “Ey İsrail oğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zalimler için yardımcılardan kimse yoktur.”

“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.

Zühruf; 63, 64:

İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah’a karşı takvalı olun ve bana itaat edin.

Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.

Bu paragraftaki metne göre de “Mühd”de (yüksek mevkide)” olan, İsa değil o günün ileri gelen mabet görevlileridir.

Bilindiği üzere, konumuzun temel unsuru olan “ ?????el MHD” ifadesi İsa peygamber ile ilgili ol