SÜREKLİ SEVEBİLEK

SÜREKLİ SEVEBİLEK

Günlük hayatta insanların büyük bir bölümünün sık sık sevgilerine, fedakarlıklarına karşılık bulamadıklarına dair sitemlerini duyarız. İlkin sevgiyi, hakettikleri değeri bulduklarını sanarak sevinen bu insanlar, bir süre sonra 'yanılmışım, ona güvenmekle, bu kadar değer vermekle hata etmişim' gibi karamsar düşüncelere kapılıp hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bu tür düşüncelere ve hayal kırıklıklarına kapılan insanlar, büyük bir hakikati gözardı etmektedirler; evreni ve tüm nimetleri yaratan Rabbimiz, sevdiğimiz insanları, onların duygularını ve bizim duygularımızı da yaratmaktadır.

Herkes gerçek sevgiyi bulabilmeyi, samimi bir sevgiyle sevilmeyi ister. Bu, Rabbimizin içimizde yarattığı bir arzudur. Sevgiyi yaratan ve asıl sahibi olan Vedud Rabbimize samimi bir şekilde iman etmeden, O'nu samimice sevmeden gerçek sevgiye ulaşabilmek mümkün değildir. Bu dünyadaki fizik ve biyoloji kanunlarını koyan nasıl Rabbimizse, manevi kuralları koyan da O'dur. Sevgiye ulaşmak isteyen, sevginin Sahibi'ne yönelmeli, O'nu her şeyden çok sevmeli ve tüm gücüyle rızasına uygun şekilde davranmaya gayret etmelidir.

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

İman edenlerin diğer insanlardan en önemli farkı, sevgilerini her zaman Allah'a yöneltmeleri, sevdikleri her şeyi ve herkesi O'nun rızası için sevmeleridir. Müminler, şeytanın ve nefsinin telkinleriyle sevgilerini Allah'tan bağımsızlaştırmamak için devamlı dikkatli ve uyanık olurlar. Sevdikleri her varlığı, onlarda sevme hissi uyandıran özelliklerini ve sevgi hissinin kendisini yaratanın Allah olduğunu bilirler, sık sık hatırlarlar. İman etmeyenler yada imanı zayıf olanlar ise nefisleri için sevdikleri insanları veya nesneleri Allah'tan bağımsız olarak düşünür ve öyle severler. Sonuçta da hiçbir zaman gerçek sevgiye ulaşamazlar.

Bir insanın sahip olduğu tüm güzel özellikleri yaratan Allah'tır. Örneğin, muhteşem güzelliğe sahip bir kadın, çok güzel-etkileyici konuşan bir insan ya da çok yetenekli bir şair, ressam, müzisyen düşünelim. O kişiye bu özellikleri veren Allah'tır. Bu kişiler, bu özellikleri kendi çabasıyla kazandığını düşünüyor olabilir. Oysa o ana gelene kadar beynindeki tüm sinyalleri, reflex oluşumlarını, ona güzellik/yetenek kazandıran hücrelerindeki trilyonlarca işlemi gerçekleştiren kendisi değildir. Allah isterse bir anda tümünü elinden alabilir. Bu, kişinin sahip olduğu manevi özellikler için de geçerlidir. Dolayısıyla bir insan sevilirken aslında Allah'ın onda yarattığı güzellikler sevilmiş olur. Yani sevilmeye layık olan hakikatte Allah'tır. İnsanları gerçekte sevilmeye layık kılan, kendisine bunca nimet veren Allah'a karşı gösterdikleri vefalarıdır.

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)

Samimi sevebilmek için nefsin bencil istek ve tutkularından devamlı sakınabilmek gerekir. Nefisler daima kötülüğü emreder. Onun kötülüklerinden sakınmak, bu konuda kararlı olmak içinse Allah'tan korkmak gerekir. Ancak samimi müminler nefislerini arındırıp-temizleyebilirler.

“Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla günahla bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems Suresi, 8-9-10)

İman edenler sadece Allah'ın rızasını arayarak severler. Allah'a karşı vefalı olanlara güçlü bir sevgi duyarlar. Çünkü zaten ona sayısız nimetleri bağışlayan Allah'a karşı vefasız olan bir insanın başka bir insana uzun süreli samimi bir vefa göstermesi düşünülemez. Devamlı kötülüğü emreden nefsinin kötülüklerinden sakınma konusunda kararlı olmayan bir insana güvenilemez. Sözlerine sadık kalacağına, her zaman sevgi duyacağına, her zaman şefkatle yaklaşacağına, öfkelendiğinde öfkesini yenebileceğine emin olunamaz. Böyle bir insanın bunları devamlı yapması için hiç bir sebep de yoktur. Bir hastalık durumunda, fakirlikte ya da nefsine zor gelen herhangi bir durumda pekala nefsani davranarak hoşgörüsüzlük, ilgisizlik, sevgisizlik, vefasızlık gösterebilirler. Çünkü nefsini seven, kendini tatmin etmek için yaşayan bir insan, sürekli özveride bulunmaya güç yetiremez.


YORUM EKLE

banner110

banner109