NE OLDU BİZE?



NE OLDU BİZE?

Merhaba Sevgili Dostlar,

   Bugün anılara daldım, yüreğimden çok güzel şeyler geçiyor. Ama bu arada zihnim bir o kadar karışık durumda. Aklım, yüreğimin ritmine ayak uyduramıyor,  zorlanıyor. O nedenle “mevsim salatası” tadında satırlar okumaya hazır olun derim. Hatalarım peşinen af ola diyorum.

   Yıllar önce Antalya’nın Kaş ilçesinde çiçeği burnunda bir anne idim. Yeni taşınmış olduğum ilçede bebeğimle gezerken, beyefendinin biri  “ Bugün 23 Nisan bayramın kutlu olsun küçüğüm.” diyerek,  saygı ve sevgi ile oyuncak bir bebek hediye ediverdi güzel kızıma.  Bu beyefendi yeni şehrimdeki üst komşumdu. Böylece kızımın hayatındaki ilk çocuk bayramını kutlayan Türkiye vatandaşı ama Türk asıllı olmayan biri olmuştu. Bu komşumum koltuk değnekleri ile yürüyebilen ak saçlı bir de annesi vardı. Daha sonraki zamanlarda da, annesi bize gelip bana ve sevdiklerime mantı yaparak,  nefis börek ler pişirdi. Oturup beraberce afiyetle yedik, içtik. Pamuk saçlı teyzecik zaman zaman kızıma rengarenk yünlerden şahane etekler, elbiseler örer örer getirirdi. Ben de mahcup olmamak için, ona yünler hediye ederdim. Bir de teyzenin  yavaş yürüdüğünde yavaşlayan, hızlı yürüyebildiğinde de hızlanan; sahibinden hiç ayrılmayan, onu koruyarak tüm sevecenliğini ve sadakatini sergileyen çok sevimli bir köpeğinin olduğunu hatırlıyorum.

   Aylar geçti, beyefendinin annesi yalnız yaşamaya mahkum oldu. Pansiyona taşınıp, tek bir odada yaşamak zorunda olduğu zamanlarda, mekan darlığından fırınını bile balkona koyup, yemek pişirmek zorunda kaldığına şahit olmuşumdur.

   İstanbul’da geçirdiği mutlu günlerinden yadigar kalan, cevizden oymalı konsolu ile şıklaşan daracık odasında,  zaman zaman kendisini ziyarete gider, yalnızlığına bir nebze derman olmaya çabalardım. Pansiyonun rutubetli banyosundan bunaldığında, arada bir bana gelir, evimde rahat bir banyo yapar ve yaşadığı mutlulukla ile hayır dualarda bulunurdu. Onun duyduğu huzur ve mutlulukla ben de mutlu olurdum.

   Şimdi bu mini hikaye ne alaka derseniz, sebep şu: Hafızamı zorluyorum da, bugün teyzenin adını ve hangi inanca mensup olduğunu anımsamıyorum.  Ermeni ya da Yahudi asıllı olabilir. Benden epey büyük olduğundan, hep teyze diye hitap eder, aslının ne olduğu, adının ne olduğu beni çok bağlamıyordu. Çünkü ben yaşlılara hürmet, sevgi ve saygı göstermek gerektiğini öğrenen, öz be öz Anadolu çocuğu olarak büyümüş ve onu da sadece insan olarak ele almış, kabul etmiş, hafızama adını değil insanlığını kaydetmiş, asla başka bir şeyini sorgulama gereği duymamıştım. Aklımdan iyi insan olmasından başka bir şey geçmiyordu. Ne güzel günlerdi!
   Biz çocukken, bu Kürt bu Türk bu Laz bu Çerkez ya da, bu Arap bu Ermeni bu Yahudi vs diye belletilmezdi. İyi olan herkes teyzemizdi, amcamızdı bizim. Bugün ise bakıyorum da kapsamlı çabalarla etnik kökenler irdeleniyor. Demokrasi, özgürlük, insan hakları diye diye suyumuzu sıkıp, posamızı bırakıyorlar; biz de hala modern addedilen batıya “ Biz size benzeyeceğiz.” demekte ısrar ediyoruz.

   Şahit olduğunuz gibi, dilimiz yozlaşmış, kültür can çekişiyor. En basitinden, tabelalara bakıyorum da; Qtahya Otel, Grand Tarabya, Geleneksel Simit Center, Uphill, Kent Plus, My Towerland, My Prestige, Big Chefs vs vs… Sanırsınız ki Türkiye’de değiliz.

   Big Chefs demişken, “ Adaletin bu mu dünya, kimi atlı kimi yaya” misali, Allah’ın bir kulu burada sadece bir öğün kahvaltıya elli lira öderken, beş yüz adım ötede başka bir kul, elli liraya bir haftalık pazarını görme çabasında. Bu şekilde özünü kaybederek, adaletsiz yol alarak kalkınan şehir, yerin dibine batsın diyesim geliyor. Böyle dikey böyle yozlaşarak, sağlıklı kalkınma olamaz. Bunlar aldanmadır; önce özünüz olmalısınız. Özünüz olmaz ise, yitip gitmeye mahkûmsunuzdur.

   “Unutmayın, yöreselleşemeyen, asla evrenselleşemez.”

   Can sıkıcı bir başka mevzuya da değinmeden geçemeyeceğim. Çoğunuzun televizyonlarda izlediği gibi, toplu taşıma araçlarının birinde, sürücü bıçaklanırken kimse engel olmuyor ya da olamıyor. Bir diğerinde de, delikanlının biri sürücüye aracı köprüde durdurmasını, köprüden atlamak istediğini söylüyor. Şoför hem aracı idare etmeye hem de genci ikna etmeye çalışıyor. O sırada, yolcular da genci etkisiz kılma gayreti yok, herkes istifini bozmadan seyrediyor. Evet aynı durumda biz yolcu olsak, biz de canımıza zarar gelmesinden endişe edebiliriz ama aynı anda birlikte hareket edersek, elimizden çok şey gelir, kötülüklere mani olacak gücü kendimizde buluruz.
   Lütfen kendimize gelerek  önce birbirimizin koluna, sonra gönlüne girmeye gayret gösterelim. Senin adın Laz, senin adın Kürt, senin adın Gürcü, benim adım Türk olabilir ama soyadımız Müslüman. Biz daha ne isteriz ki. Benim adım Türk, soyadım İslam, bayrak ruhum, vatan anam, devlet babam, kitabım Kur’an; Türk olmaktan onur, Müslüman olmaktan gurur duyuyorum. Bizim nefsimizi yenip, Yaradana ve birbirimize layık olmaktan başka  bir kavgamızın  olmaması lazım. Dilimiz ayrı olsa da, vatanımız birse hatta dinimiz ayrı bile olsa, yaşadığın toprağa “Bu vatan bizim” deyip, ruhunu al yıldızlı bayrağa sarıp sarmalayabiliyorsan ne mutlu sana ne mutlu bana.
   “Sen sar ruhunu al bayrağa, bak ben seni  kalbimde taşımayı  nasıl bilirim.”

Gülşen YİĞİT
[email protected]
  

YORUM EKLE