Evgin Atalay bir kitap yazdı:

Evgin Atalay bir kitap yazdı:

Evgin Atalay bir kitap yazdı:
kadın emeği dergisi 18 Ocak 2011 Salı, 00:18 tarihinde Evgin Atalay tarafından eklendi
hikmet
  
“Hastalığımın yaşamı yaşamama bir şekilde engel olduğunu ve ölüme ne kadar acı bir biçimde yaklaştığımı biliyorum. Ama bir gün kalsa bile, o gün görmeyi en çok istediğim su kenti Venedik’e gidebilirim belki. Yani umudum, yaşamı yaşayabilme ihtimali.”
 
 Evgin Atalay bir kitap yazdı: “Hayat Yeşil Umut Mavi.” Evgin, 28 yaşında genç ve çok güzel gülen bir kadın.  İlk kitabı bu yıl Temmuz ayında yayımlanan Evgin Atalay, deyim yerindeyse çiçeği burnunda bir yazar. Kitabı 1997 yılından beri tuttuğu günlüklerinden doğmuş. Yıllarca kendisine mektuplar yazmış ve bir gün artık “görünür” olmak istemiş. Friedrich Ataxi hastalığı* Evgin’i sokaklardan, sinemalardan, etrafında martıların uçuştuğu vapurlardan, yağmurda yürüyüp ıslanmaktan koparıp, daha fazla eve kapattıkça görünür olma isteği de yakıcılaşmış. O da durduğu yerden dünyaya bakmaya başlamış, önce kendine, sonra hayata. Yazması Evgin’den yayına hazırlanması, basılması için gereken emekse üç kadından gelmiş: Psikolog Nuray Uluğ, Editör Sevim Erdoğan ve Gazeteci Fatoş Öcal. “Hayat Yeşil Umut Mavi” bu 4 kadının öyküsü de olmuş bir bakıma. Ama öykü burada bitmemiş. Kitabın hazırlık sürecinde Zeynep Yağız, Hülya Aktaş, Lerna Adsız, Nilüfer Erollu, Yavuz Korkut, Zafer Yılmaz, Mehmet Ali Yıkılmaz bu öyküye girmiş, yazar Mario Levi de yazdığı önsözle katkıda bulunmuş.
   
Kadın Emeği: Evgin bu kitap nasıl oluyor da benim elimde duruyor? "Hayat Yeşil Umut Mavi"nin basılış öyküsünü anlatabilir misin?
 
Evgin: "Buraya kadarmış" dedim. “Kitap çıkarmak gibi bir isteğin olmasın, bahsetme artık bu istediğinden kendine!” Psikoloğum Nuray Uluğ’a yazılarımdan bir ara bahsetmiştim. O da editör arkadaşı Sevim Erdoğan’a anlatmış. Sevim Hanım "İzni olursa okumak isterim” demiş. Nuray Hanım da bana sorunca “Olur” dedim. Ama arkadaşının yayınevinde çalıştığını söylemedi. Sadece edebiyatla uğraşan biri olduğundan bahsetti. Hemen heveslendirmemek için herhalde. Sonradan öğrendim ve bir hayalin bir hayatı nasıl pekiştirdiğini gördüm. Ben de bir ışık görmüş ve yazılarıma redaksiyon yapmak istemiş. “Tamam” dedim. Sevgili Sevim Hanım hayalimden tuttu, kurtardı onu. Daha sonra Fatoş Öcal Telos Yayıncılığın sahibi Zafer Yılmaz’la konuşmuş. Ve hayalimi kurtarma çabasına pek çok kişi dahil olmuş.  Şu an geldiğim duruma ben de inanamıyorum. Nuray Hanım bir sihirbazmış onu gördüm. Kitap çıktığından beri, birden hayatta çok belirgin olduğumu hissettim.
 
Kadın Emeği: Kitabının hazırlığında okurların bilmediği ve bir arka metin olarak duran önemli bir kadın dayanışması görüyorum.
Evgin: Kesinlikle bir kadın dayanışması bu. Sizin aracılığınızla, emeği geçen ve desteğini esirgemeyen arkadaşlarıma tekrar tekrar teşekkür ederim. Var edebilme çabaları ve beni gördükleri için. Şanslı bir kitap oldu “Hayat Yeşil Umut Mavi”. Yani kederleri sevince çevirmeyi bildi. Çok değerli insanlarla çalışabilme, tanışabilme fırsatı buldum sayesinde.
 
Kadın Emeği: Kitabınla ilgili olarak okurların görüşleri sana ulaşmaya başladı mı?
 
Evgin: Evet, çok güzel tepki ve yorumlar alıyorum. İlk gelen yorum beni çok etkiledi. “Tamam” dedim, “kitabımın amacı yerini buldu.” Şöyle yazmış. “Kitabınızı internetten sipariş verdim Hâlâ okuyorum, 28. sayfadayım ama çok etkilendim. Yüreğimin bir yerinde ya da içimde diyelim, bütün hüzünlerimi, bütün acılarımı kısacası gözyaşımı sakladığım bir kapı var. Sık sık, ister istemez o kapı aralanıyor.” Kitabın arkasında e-mail adresim var. Oraya gelen yorumlardan biri de şöyle: “Kitabını okudum. Eline, yüreğine sağlık. İfadelerin, cümlelerin olağanüstü güzel olmuş. Umut ve yaşam sevincinin seni hiç bırakmamasını diliyorum. Umudunu yitirmedikçe, yapman gereken spor hareketlerini aksatmadıkça, kitapçı dükkânı da, Venedik'e gitmek de çok uzak hayaller değil.”
 
Kadın Emeği: Kitabın daha çok yaşamöyküne dayalı günlüklerinden ve az da olsa şiirlerinden oluşuyor. Bunları okuyucuyla paylaşmak istemendeki en güçlü neden neydi?
Evgin: Yazdıkça fark ettim kendimi. Okudukça başka birini buldum. Bizim toplumumuzun engelli insana bakışı bellidir. “Yazık” derler, sözcükler böyle dökülmese de ağızlardan, bakışlar böyle der.  Ben de çok yaşadım bunları. Artık yapmasınlar istiyorum. Beni tanıyınca eminim farklı gözle bakacaklar, engelli olmam aramızda bir engel olmaktan çıkacak. Üstelik bu “yazık” yaklaşımı beni daha çok kışkırtıyor, yaratıcılığımı besliyor. Görüyorsunuz ya! Yaşadığımız zorluklar yetmiyormuş gibi, anlaşılmak için sanki yeniden doğuyormuş gibi kendimizi kanıtlamak, tanıtmak zorundayız. Bir de insan dikili bir ağacı olsun istiyor bu hayatta. Şimdi sayfalarım var, hem de hepsi ağaçtan. Çocuklara örnek olabilmeyi de çok istiyordum. Üniversiteyi okumaktaki en büyük nedenim buydu. Oldu galiba, nedenler amaçlar yerini buldu.
 
Kadın Emeği: Sait Faik "Yazmasaydım çıldıracaktım" demiş.  Bir başka yazar Rollo May  "Yaratma cesareti ölümden korkmamıza rağmen yaratabilme becerisidir" diyor. Sen ne diyorsun kendi yaratıcılık sürecinle  ilgili?
Evgin: Ben yazdıkça var oluyorum. İçimdeki asıl  Evgin'i bu şekilde dışarı çıkartabiliyorum. Ben o Evgin’i daha çok seviyorum. Yazmasam birikiyorum içimde, o zaman kabıma sığamıyorum. Sonra  bunalıma giriyorum, sinirlerim bozuluyor, resmen depresif bir hal alıyor hayat. Kitabımda kas hastası Evgin’i olabildiğince dışarıda tuttum. Okurun gerçek Evgin’i tanımasını istedim. “Bu kadın çok acınacak durumda” denmesini istemedim. Daha önceleri konuşuyordum, sonra konuşarak anlattıklarımı yazmaya başladım. Bu kitapla da kendimi görünür kıldım.
Bir  tanıdığım yazdıklarımı okuduktan sonra beni Meksikalı ressam Frida Kahlo'ya benzettiğini söylemişti. “’Frida'ya ‘resimlerinde hep sen varsın’ demişler. O da ‘Görüntüyü aynadan çaldım’ demiş. Sen de onun gibisin, görüntüyü aynadan çalmışsın” demişti. Çok mutlu olmuştum. Frida başardı,  bana da başarabileceğimi düşündürdü.
Ben yazmasam aşkımı yaşayamam, ben yazmasam nefes alamam, aldığım nefesi hayra yoramam. Ben yazmasam diye bir şey yok aslında. Denedim, denemedim değil. Ben yazmasam kayboluyorum.
 
Kadın Emeği: Yazmayı sürdürebiliyor musun? Bir öykü kitabı ya da bir roman olabilir mi Evgin'in dağarcığında?
 
 
Evgin: Sürdürüyorum ve sürekli yazacağım. Bu bir mecburiyet gibi. Bu kitap bir adımdı sadece. Sıradaki kitabım bir şiir kitabı olacak. Birçok türde kendimi denemek istiyorum. Her yazı türünde gönlüm var. Ben ikna olamıyorum. O kadar çok olay, insan, gözlem biriktirmişim ki. Koltukların altına düşmüş o kadar çok satır var ki. Tamam, çok mutluyum, sevinçliyim, bir kitabımın olabileceğini kendime kanıtladım.
Bir de anlatmak istediklerimin önce benim hoşuma gitmesi lazım. Hoşuma gitmeyenleri, bırakın yazmayı düşünmeyi bile istemiyorum.
Kadın Emeği: Kitabını okuduğumda hayatına olumlu anlamda girmiş pek çok kadın görüyorum. Annen, teyzen, Elif, Kıvanç, Ayşe Melahat, Nevin, Figen, Nuray, Sennur.  Bir kız kardeşlik dayanışması da var.
 
   
Evgin: Kenetlenmek, kardeşlik, hepsi ayrı bir güç, ayrı bir paylaşım duygusu, ayrı bir cesaret veriyor. Kadınların –hâkim olan görüşün aksine– özgüvenleri var. Birilerinin onlara “yaparsın” demesi, cesaretlendirmesi gerekiyor. Yaşamın her alanında kadınların karşısına çıkarılan bir engel var. Aslında tüm engelleri kaldırmak gerek. Kadın olmak bir özür sayılmasın mesela. Erkeklerin kadınların yaratıcılıklarını kıskandıklarını düşünüyorum.
 
Kadın Emeği: Devlet, engelli insanların kamusal alanda görünür olması, yani dış mekânlarda da hayata katılmaları için yeterli desteği sağlamıyor, örneğin kent yaşamı engelli insanlar için yeniden düzenlenmiyor. Her türlü bakım ve destek ailelerin sırtına bırakılıyor.
Evgin: Evet ailem benim için çok değerli. Onlar içlerine düşen yangınla baş başa kalmış, bırakılmış insanlar. Tıpkı bu hastalıkla baş etmeye çalışan diğer aileler gibi. Evgin hâlâ ayaktaysa, çabalıyorsa, bu, ailesi sayesinde. Kardeşim müzisyen, onu sahnede izlemekten inanılmaz zevk alıyorum. Aile desteği engelli insanlar için tabii ki çok önemli. Ancak toplumunda engelli insanlara bakışını değiştirmesi lazım. Bu da devletin kamusal hayata bizlerin katılımını sağlayacak düzenlemeler yapmasıyla olanaklı.
 
Diyorlar ki, sen çıkıp kalabalığa karışmazsan, alışamıyorlar. İyi de onları engelime alıştırmak zaten yüzlerine inmiş bir şamar gibi. Evlerin dışı bizlerin görünür olması için düzenlenmemiş. O zaman dışarıda olmak bizler için bir eziyet. Biz de kendimizi ister istemez soyutluyoruz. Evin dışına seyrek olan yolculuklarımızda caddede yürümek, otobüse binmek eziyete dönüşüyor ve insanlar bizlere acıma duygusuyla bakıyorlar. Aslında bizleri görmüyorlar.
  
*Friedrich ataxi: Kalıtsal bir kas hastalığı olan Friedreich Ataxi, sinir sistemini etkiler, yürüyüş bozukluğu ve konuşma problemleri, kas güçsüzlüğü yapar.  Kalp hastalıklarına neden olabilecek zararlar verebilir.

Gazeteci Hikmet Sarıoğlu
radikal

Ayrıntıları görebilmek
06/11/2010

Evgin Atalay atlıkarıncalardan önce karıncalardan söz ediyor. Onların kendilerinden daha büyük bir ekmek kırığını yuvalarına götürmelerinden
SENNUR SEZER Arşivi
Onun adı Evgin Atalay. 1982 doğumlu. Geçenlerde anıları yayımlandı: ‘Hayat Yeşil, Umut Mavi’. Önsözünü Mario Levi yazmış: Yaşamak ve Yol Almak İçin. Neler yazıyor Evgin? Dikkat etmediğimiz küçük ayrıntılar: “Sokaklarımdan eskiden atlıkarınca arabaları geçerdi. Şimdi de geçiyor ama eski sıklığını kaybetti, giden bir daha gelmiyor insan misali. Atlıkarınca aslında ilk çıktığında biri atmış, diğeri de karacaymış fakat zamanla değişerek ismi atlıkarınca olmuş”.
Evgin’in dönmedolap da dediğimiz atlıkarıncaların atlıkaracalardan bugüne değişimi yazması ne güzel. Ama kaçınız biliyor atlıkarınca arabalarını. Tekerlekli iki üç çocuğun binebileceği elle döndürülen dönme dolaplar. Gösterişsiz. Ama çocukların o ışıksız, parksız sokaklarına geldi mi bir lunapark kadar önemlidir. Kızımı hatırladım bu satırları okurken.. O da çok sever bu seyyar dönme dolapları. İngilizce’de “mutlu dönen” gibi bir adı vardır atlıkarıncaların.

Ölümüme bir gün kalsa...
Evgin atlıkarıncalardan önce karıncalardan söz ediyor. Onların kendilerinden daha büyük bir ekmek kırığını yuvalarına götürmelerinden: “ekmeğin etrafında çember oluşturdular...” Bu incelikle, usta bir çağrışımla bir çemberin görüntüsünden bir başka çemberin görüntüsüne geçiş bence... Sözcüklerin görüntülerle kol kola girişi. Ama Evgin her zaman böyle mutlu çağrışımlarla yaşamıyor. Kimi zaman bir düğün seslerine kavgalar eşlik ediyor. Evgin hiç hoşlanmıyor bundan “Ben evin içinde o kadar korktum ki kapıyı kırmaya çalışıyorlar sandım. Kardeşim ‘Hayal gücün de çok kuvvetliymiş abla’ dedi. ‘Ben duyduklarımı hayalle destekliyorum ‘ dedim.” Evgin duyduğu sesleri hayalleriyle destekliyor, çünkü uzun bir süredir sokağa çıkamıyor. O bir kas hastası. Çok uzun süredir hareket zorlukları var. Tekerlekli sandalyeyle yaşıyor. Tekerlekli sandalye ile iki nedenden sokağa çıkamıyor. Nedenlerinin biri belli ve genel İstanbul yürümeye bile uygun değil, sandalyelerle dolaşmaksa olanaksız. Öteki neden özel, sağlıklıyken tanıdıklarının soruları, tanımadıklarının acıyan bakışları. Elbet bu tür sorular ve bakışlardan hoşlanmıyor.
Kendini zorlayarak sandalyesinden koltuğa geçiyor. Evdekileri şaşırtıyor. Şaşırtabildiğinde seviniyor. Ama kendini hiç bırakmıyor, umudunu koruyor:
“Hastalığımın yaşamı yaşamama bir şekilde engel olduğunu ve ölüme ne kadar acı biçimde yaklaştığımı biliyorum. Ama ölüme bir gün bile kalsa, o gün, görmeyi en çok istediğim su kenti Venedik’e gidebilirim belki. Yani umudum, yaşamı yaşayabilme ihtimali.” Yazmak onun için önce Neruda’nın ünlü kitabının adına yakışır bir iş: “Yaşadığımı itiraf ediyorum.” Ama bu itiraf başkalarına değil, kendine:

Daha yapacaklarım var
“Kendimi kötü hissettiğimde kendi kendimi rahatlatmak amacıyla yazdığım mektuplar var. Bunları, mücadeleden kaçmak için yazmıyorum; sadece bedenimin, ruhumun söylediklerini yazıp bedenime, ruhuma ve kendime söylemek beni rahatlatıyor.”
Evgin cesur bir insan, “Ey hayat! Nasıl biriyim ki böyle güzellikleri vermişsin” de diyor. “Değişen bir şey yok. Ama kendimle barış yaptım içimdeki düğün ondan” diyor… Mario Levi’nin uyarısına kulak vermek gerek bu yüzden onunu okurken ya da onunla yolculuğa çıktığımızda: “Dikkat edin. Yolcu yaralı, kırgın, örselenmiş. Ama bir o kadar da hayata bağlı. Çünkü bir şiiri var. İnandığı bir şiiri. İçimize en çok dokunan da bu zaten. Sözlerinden deniz geçiyor, martılar geçiyor, oyunlar ve sonbahar geçiyor. En önemlisi hüzün geçiyor. Çünkü bu satırlar biraz İstanbul, biraz bu dil, en çok da hayat. Uyarmadı demeyin. Yolun bir yerinde adını koymak istemediğiniz bir şey boğazınıza düğümlenebilir. Sizi bilmem ama ben bu duyguyu çok sevdim.”
Evgin Atalay okumayı, yazmayı sevmeseydi daha kolay mı olurdu yaşaması diye düşündüm. Sonra kitabının başında teşekkür ettiği kişileri anımsadım. Bu soru onlara haksızlıktı. Ne var ki sorum her yazarın yanıtını benzer biçimde yanıtladığı bir soru. Yazmak yaşamamızı kolaylaştırıyor belki ama yaşamımızı zehir ettiği bir gerçek. Okumak ise yazmaya gönüllüleri kışkırtıyor durmadan. Benim yazdıklarımı okuyanlar ne düşünüyor bilmiyorum. Ama ben Evgin Atalay’ı her okuyuşumda yaşama direnciyle doluyorum. Bugünlerde bir dizesini yazdım defterime, sabahları yineliyorum. Size de öğütlerim:
“Çocukken tırmandığım ağaçlar şahidimdir, daha yapacaklarım var”.

HAYAT YEŞİL
UMUT MAVİ
Evgin Atalay,
Telos Yayınevi, 2010, 151 sayfa, 8 TL.
Hayata yazarak tutunuyor
 
18 yıldır kas erimesi hastalığı ile mücadele eden Evgin, hayata yazarak tutunuyor. İlk kitabını çıkardı bile. Adı 'Hayat Yeşil, Umut Mavi'. Daha çok kitap yazmak istiyor. Tek istediği ise çok okunan bir yazar olmak.
 
Evgin Atalay (28), 10 yaşından beri kas erimesi (Fredrich Atakxi) hastalığı ile mücadele ediyor. Hayata ise yazarak tutunuyor. Hastalığı süresince hissettiklerini, yaşadıklarını yazarak anlatıyor.
 
Arkadaşlarının desteğiyle ilk kitabını çıkardı bile. 'Hayat Yeşil, Umut Mavi' adını verdiği kitapta hastalığı sırasında yaşadıklarını anlattı. Diğer hastalara örnek olmak istedi. Hastalığı nedeniyle kitabı 9 yıl gibi uzun bir zamanda tamamlayan Evgin, "Yazı yazmak beni rahatlatıyor. Ben yazarken nefes alıyorum. Benim ile aynı durumu yaşayanlar da kendine uğraş bulsun. Bu onları daha mutlu edecek ve olumlu yönde etkileyecek" diyor.
 
Tek amacım var olmak
 
Hastalığı sebebiyle bütün hayatının değiştiğini söyleyen Evgin'nin ilk düz yazısı doktoruna yazdığı mektup. Evgin, kitap yazmaya da arkadaşlarının teşviğiyle başladığını anlatıyor: "Arkadaşlarım beni bu konuda çok destekledi. Onların sayesinde kitabıma başladım. Sonra bir gün beni Yazar Sennur Sezen ziyarete geldi. Ona yazılarımı gösterdim. Beğendiğini söyledi. Daha fazla motive oldum. Hastalığımdan çok yazmayı düşünmeye başladım. Beni yazmak hayata bağladı."
 
İkinci kitabını da yazmak isteyen Evgin'in tek isteği çok okunan bir yazar olmak, öldükten sonra bile var olabilmek.
17.01.2011
hürriyet

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER