KIZILDERİLİLER VE TÜRKLER ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Rusya’da yayınlanan İzvestiya gazetesi “Tuva bölgesinde yapılan detaylı genetik araştırma, Kızılderililerin atalarının Tuvalılar olduğunu gösterdi” diye yazdı.(Tuvalar, Rusya Federasyonu’na bağlı Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan bir Türk halkı.

KIZILDERİLİLER VE TÜRKLER ARASINDAKİ BENZERLİKLER



DNA YAPISI

Rus bilim adamları, Kızılderililer’in atalarının Altay Dağları ve Baykal Gölü arasındaki Tuva bölgesinden geldiğini kanıtladılar.

Rusya’da yayınlanan İzvestiya gazetesi “Tuva bölgesinde yapılan detaylı genetik araştırma, Kızılderililerin atalarının Tuvalılar olduğunu gösterdi” diye yazdı.

(Tuvalar, Rusya Federasyonu’na bağlı Tuva Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan bir Türk halkı. Tuva’daki arkeolojik kazılarda Göktürkler’e ait pek çok kalıntı bulundu.) Amerika kıtasına ilk insanların 20-30 bin yıl önce Asya’dan geçmiş olduğu zaten biliniyordu. Ancak Kızılderililer ile Asyalılar arasında genetik bağlantılar bilimsel olarak kanıtlanamamıştı. Rus bilim adamları, ABD’de uygulanan Polemaraz zincirleme reaksiyonuyla Kızılderililerin genetik yapısını inceleyince teori, gerçek oldu.

Genetik inceleme

Rusya Bilimler Akademisi Biyoloji Profesörlerinden İlya Zaharov başkanlığında, Moskova ve Tuva Devlet Akademisi’nden altı bilim adamı, Tuva’nın kuzeybatısını araştırmaya karar verdiler. Kızıl kentine 350 km. mesafedeki Kara Hol Gölü kıyısına giderek buradaki göçebe halkı incelediler. Rus bilim adamları, genlerin, anne tarafından aktarılan mitokondrik DNA (mtDNA) kısmı ile ilgilendiler. Çünkü mtDNA, yalnızca kişisel bilgileri değil, ırk kimliğine ait bilgileri de içeriyor.

İnanılmaz benzerlik

Analizlere göre Amerikan Kızılderililerinde dört tip mtDNA (A,B,C,D) var iken, Sibirya halklarında B tipi eksikti. Böylece Sibirya, Amerika kıtasına en yakın Asya bölgesi olmasına karşın, sakinlerinin Kızılderililerin kardeşleri olmadığı belirlendi. Amerikan tipi mtDNA’ların en sık, Tuva halkında bulunduğunu tesbit edildi. Prof. Zaharov çalışmalarını anlatırken, “Tuva’da çadırımıza 80 yaşlarında bir kadın girdiğinde, şaşakaldım. Tıpatıp bir Kızılderili idi. Doğru yolda olduğumuzu daha o zaman anlamıştım” dedi.

 

KIZILDERİLİ DİLLERİNDE TÜRKÇE KELİMELER

Dil bakımından benzerliğe gelince, bu insanların ayrı ayrı kıtalarda yaşamalarına rağmen aynı dili konuştuklarını belirten Stanford Üniversitesinden Joseph Greenberg, 12 bin yıl önce Amerika’ya yapılan başka bir göç dalgası ile gelen Kızılderili olarak adlandırılan bu insanların daha sonra Güneye doğru göç ederek, bugünkü Orta ve Güney Amerika topraklarına geçtiklerini kaydediyor.

Toplam 600 lehçeden oluşan Kızılderili lehçelerinin ortak büyük kütlesi Atabaşkan Kızılderililerinin dili. Bu dil Altay dillerinden.

Fransız dil bilimci Dumesnil, Kızılderili dillerinde Türkçe’ye benzer 320 kelime tesbit etmiştir. Kızılderililer ve Türkler kitabının yazarı Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan ise araştırmaları sonucunda bu kelimelere 110 tane daha eklemiş. Prof.Dr Mecit Doğru ise İstanbul’da bir Türkoloji kongresinde 60′dan fazla yer isminin benzerliğine dikkat çekmiştir.

Daha ilginç olanı ise çift kelimelerin hem anlam hem de söyleniş bakımından gösterdiği benzerlikler! Mesela Arizona’daki bir beldenin Kızılderililerden kalma adı “Hava-Su” Hem anlam söylenişi aynı hem de “Hava/gök ve su” anlamına gelmekte. Peru’da da “su” kelimesi oldukça yaygın: Kolla Suyo, Kondu Suyu, Ande Suyu gibi.

İnka’ların “Akkapana”sı biz de “ak-kapı”. Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın kendi gözüne çarpan benzerlikleriden biri Meksika’da kaldığı bir mahallenin adı olan “Çapultepek” anlamı ise “Çalpulcu Tepesi”. Yine bunun gibi “Tepe Huan” da “Tepenin Hanı” anlamına gelmekte.

Bu tip çift kelimelerin benzerliği oldukça önemli. İsveçli Lenguist Prof. Swadesh’e göre, çift kelimelerin benzemesi halinde tesadüf ihtimali sadece birkaç milyonda bir!

 

Benzer Kelimeler

Kızılderililerde _ Türklerde

Kin _KÜN (Göktürklerde _gün,güneş)
Hataa/Atea _ATA
Kan _KAĞAN
Uta/Uya/Utara _UTAĞ
Çinampas _ÇİÇEK
Kuç _ GÖÇ
Kayuka _KAYIK
İt-zcu-intli _İT, KÖPEK
Hkaz _KEZMEK(Gezmek)
Kuşkuş _KUŞ
Toos _TOZ
Yangi _YENGİ, YENİ
Kazyun _KAYIN (akraba)
Te _DE (ek)
Kuççi/Kiçeeç _KİÇİ/KÜÇÜK
Raş/Naş _YAŞ
Yaşıl _YEŞİL
Kir _KİR
Çakira _ÇAKIR
Tano _TAMU (cehennem)
Tepe/Tepek _TEPEĞ(tepe)
Bire/Pire _ BİR
İg/İk _İKİ
Bas _BEŞ
Yax-Çıran _YILAN
Yokut _YAKUT
Ak_pana _AK-KAPI
Kapakto-kon _ERGENEKON
Aıtıl _İTİL (nehir, göl, deniz)
Yao-tl _YAĞI(düşman)
Tekun/Tokin _ TEKİN/TİĞİN (Eski Türklerde prenslere verilen ünvan)
Dodohişça _ DUDAK
Tamazkal _ HAMAM (Temiz kal)
T-sün _ UZUN
Hogan _ HOPAN, Kerpiç ev
Missigi _ MISIR
Hu _ SELAM
Tete _ DEDE
Türe _ TÜRE, TÖRE
Atış-ka _ ATEŞ
Yanunda _ YANINDA
Aş-köz _ AŞ, YEMEK

Bir de Keçuaca var :
Tuka _ Tükür(mek)
Paku _ Bak/pak
Khapao _ Kaba
Ku _ Ko(mak) Koymak
Kaşa _ Kış
Kul’i _ Kül
Kal’ı _ Kalın
Kasa _ Kes(kesmek)
Tawga _ Tağ(dağ)
Khip-u _ ip
Çur _ Dur
As _ Az
La _ La,Le, İle(ekler)
Mi? _ Mi?
Tu/To _ Su
Bu örnekleri arttırmak mümkün.

 

KİLİMLER ve TAKVİMLER

Benzerlikler dille sınırlı kalmıyor özellikle kilim desenlerindeki benzerlik şaşırtıcı.

 

MEKSİKA’NIN METRO KAZISINDA ÇIKAN BİNLERCE YILLIK “12 HAYVANLI” TÜRK TAKVİMİ

 
Bu muazzam taş eser 1481′de Aztekler tarafından yapılmış ve 1790da metro kazısında ortaya çıkarılmıştır. 24 ton ağırlığındaki bu takvim vaktiyle Aztek ana tapınağının en tepesinde dururmuş. Yılların hayvan adlarıyla gösterildiği bu takvim Azteklerden önce Toltek ve Maya’larca da benimsenmiş. Tahminen M.Ö 353 yılında da Maya’lardan Olmek’lere geçmiş.

12 Hayvanlı Türk Takvimi, 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Kök Türkler’de, Uygur Türkleri’nde, Tuna-Bulgar Türkleri’nde, İtil-Bulgar Türkleri’nde ve daha önceleri de büyük ihtimalle Hun Türkleri’nde kullanılmış olup, Türkler arasında çok yaygın bir sistem olmuştur. Kök Türk yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları’nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi bu takvimle tarihlendirilmiştir. Hatta, Manas Destanı’ndaki bazı olaylar bile “12 Hayvanlı Türk Takvimi” ile tarihlendirilmiştir.


Türk Takvimi’nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme ‘Çağ’ adı verilir. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Her bir çağ ise sekiz ‘Keh’ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 mart, Nevruz günü alınır. (21 Mart Kızılderili kültüründe de senenin başlangıcıdır.)

12 Hayvanlı takvim Çinlilerde olmakla birlikte en eski şekli Türklerde bulunduğundan, bizden onlara Türk kökenli Su-Çu hanedanlığı sırasında geçtiği tahmin edilmektedir.
Edouard Chavannes’in “Le Cycle turc des Douze Animaux [12 Hayvanlı Türk Takvimi]“, adlı araştırmasına göre Asya’da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemi idi ve Çinliler bu takvimi Türklerden almışlardı. Chavannes bu yüzden de araştırmasının adını 12 Hayvanlı Türk Takvimi koymuştur.

Meksika tarihinin klasik eserlerini yazan W.H.Prescott, 1874′de Maya ve Aztek takvimlerini incelerken, menşesini Tatar Türklerine bağladıktan sonra şu açıklamada bulunmuştur: ” Asya’daki 12 hayvanın 4 tanesi Azteklerdekinin tıpa tıp aynısıdır. 3 tanesi çok benzer, fakat Asya-Amerika farkıyla ilgili hafif değiştirmeler olmuş; Azteklerde 5 bölüm ise boş bırakılmıştır. Bunların Türklerin bildiği fakat Meksika’da bulunmayan hayvanlardır. Bu kadar benzerlik hayal edilemezdi. Bir de hayvan – yıl sıralamasının aynen Türk takvimindeki gibi gittiğini de eklersek tesadüf olasılığı ortadan kalkar.”

 

TÖRELER, ADETLER, DESTANLAR

Kızılderililerle Türkler arasındaki kültür benzerlikleri aslında oldukça fazladır. Tahsin Mayatepek ( Maya’larla Türkler arasındaki benzerliklere dikkat çekmiş ve Atatürk tarafından konuyu daha detaylı araştırması için Meksika’ya elçi olarak gönderilmiştir. (Ayrıca soyadının da oldukça Kızılderililerce kullanılan iki isimden oluşması oldukça ilgi çekicidir.), Azteklerin tıpkı Hunlar gibi doğan güneşe dönüp elleriyle bir dua işareti yaptıklarını anlatmış ve hala bu törenin Meksika yerlilerince uygulandığına dikkat çekmiştir.

9 rakamı Türklerde mukaddes sayı iken Maya’larda da 9 tanrı, tapınakların özellikle 9 basamaklı olmasından onlarda da mukaddes olduğuna bir işarettir.

Bilindiği gibi ülkenin ikiye ayrılması çok eski bir Türk geleneğidir. Her kısım başına bir yönetici bulunurdu. Yine eski zamanlardan beri Türkler “4 unsuru” (yer,ağaç,ateş,su) kullanır ve 4 unsura birer renk verip bunu coğrafyaya uygularlardı. Ak: Güney; Kara: Kuzey; Kızıl: Batı; Sarı: Doğu olarak tanımlanır hatta yer isimleri bile bunlara göre adlandırılırdı. (Akdeniz, Karadeniz, Sarı nehir.)

Göktürklerde ülke ikili Krallıkla idare edilirken, Dörtlü bölgelerde “Teğin/Tekin(prens)” yönetici olurdu. Teğinler hükümdar ailesine mensup olurlar fakat makamlarına seçimlerle gelirlerdi.

Güney Amerika’da da bu 2′li ve 4′lü sistemin sık sık kullanılması Türklerle bağlantıları açısından önem taşımaktadır. İnka-öncesi yönetimi ülkeyi 2′ye ayırır ve biri “kollasuyu” diğeri “Kuntisuyu” adını taşır. Oka-Arokan Kızılderililerinde de 4′lü bölümlerin başına “Togin/Tokin” geçer ve bu kişiler de soylular arasından seçimle başa getirilir.

Aztek’ler 4 yön için birer tanrı tanır ve her yöne bir renk verirler. Günümüzdeki Kızılderililer arasında da aynen eski Türklerde olduğu gibi bu renklendirme kullanılmaktadır.

İnka’lar “cihanı fethetmek” üzeri kutsal “Kapatokon”dan kurtulup çıktıklarında başlarında 4 kardeş-prens vardır: Ayar Kaçı, Ayar Uço, Ayar Ança ve en büyükleri Manko Kapak.

Yucatan yerlileri (Olmek ülkesi), Doğu’dan “Büyük Deniz”den geldiklerine inanırlar ve “Tanrılar bize yol olsun diye denizi kurutmuştu” derler. Kimi Kızılderili efsaneleri, “yerin altından geldik” derken, kimi efsanlerde “gökten” ok merdivenlerle indikleri anlatırlır. Bunların yanı sıra “Karanlıklar ve soğuklar arasından geçerek Kuzeyden geldik” ve “güneşin doğduğu taraftan” geldik diyen efsaneleri de mevcuttur. Yılandan, Jaguardan türediklerini söyleyenlerin yanı sıra “kurt soyundan neşettiklerini” ve büyük Tufanı bir kurdun haber verdiğini söyleyen destanlar da vardır. Türklerde olduğu gibi Kızılderililerde de Kurt (Bozkurt) yol gösteren rolünde göze çarpar.

 

Ergenekon Ve Yaratılış Destanlarındaki Benzerlik _

Efsanenin adı “Kapaktokon/Kapaktoko”, anlamı “Kapalıdan Çıkış”  Bizdeki “Ergenekon Destanı” ile hem ismen hem de içerik açısından benzemesi oldukça dikkat çekicidir. Ergenekon Destanı da “kapalı kayaların ve dağların ardından çıkışı” anlatmaktadır.

İnka efsanesine göre, Bir felaket milletin her ferdini öldürür fakat Manko-Kapak’ın atası “ATAU” kurtulur. Dışarıya çıkışı olmayan bir mağaraya sığınırlar. Burası “KAPAKTOKON”dur. Derken, tanrı “ER-AK-KOCA (İra Koca,Vira-koca)” onlara bir nur verir ve bununla kayaları eritip kurtla çakal arası bir yaratığın izinden dışarı çıkarlar, cihanı fethederler. Bu destanın Ergenekon’la benzerliği aşikardır.

 

Kırgız Türklerinin çok iyi muhafaza ettikleri YARATILIŞ EFSANESİ’ndeki benzerlikler;

“Kainat önceleri sadece suymuş ve bunun üzerinde Tanrı KARAHAN, yapayalnız uçarmış. Sonra KİŞİ’yi yaratmış, dünyalar yaratmak için lazım olan toprağı getirmesi için onu suların altına yollamış. Kişi Tanrı’yı kıskanırmış ve getirdiği toprağın bir kısmını avurduna saklamış. Tanrı “Elindeki toprağı savur” diye buyurmuş ve “Toprak, büyü” demiş. Ancak bu toprakla birlikte Kişi’nin avurduna sakladığı toprak da büyümüş ve Kişi patlayacak olmuş, tükürmüş; adalar böyle doğmuş…”

Buraya kadar olan bölüm Kızılderililerin Yaratılış Efsanesi’yle tıpa tıp aynıdır, sadece isimler farklılık gösterir. Toprak getirenin adı “MUDHAN”dır. Ancak bundan sonraki bölüm farklıdır: Türklerde Tanrı, Kişi’yi yerin dibine sürükler ve adı “YERLİK HAN” yani Şeytan olur. Tanrı bundan sonra insanoğlunu yaratır. Kızılderililerde ise göğe çıkış, orada “Gökler Tanrısı”nın karsını kıskanıp yeryüzüne fırlatışı, onu seven kuşların kanat gerip yere yumuşak iniş yaptıkları… şeklinde apayrı bir yol izler. Fakat baştaki bu benzerlik sosyal-antropolog Kroeber’in da dediği gibi şaşırtıcı bir benzerliktir.

Komançi Kızılderililerin –atı edindikten sonra- ölen şeflerini gömme adetleri (ata bağlayıp, 7 defa dolaştırış ve atı yaktıktan sonra küllerini şefin cesediyle birlikte uçuruma atış ve kayalarla örtüş) Hun’ların defin merasimiyle örtüşmektedir.

 

Tören ve Kutlamalardaki Benzerlikler

Amerika’nın toprakla ve ziraatla uğraşan Kızılderili kabileleri arasında dini ağırlıklı merasimlerle kutlanan mevsimlik bayramların başında Mart ayında “Yeni Yılın Başı” için yapılan kutlama törenleri ve şenlikleri gelmektedir. “Yeni Yılın Başı” kutlamaları, “Eski yıldan yeni yıla geçişi, ölümden sıyrılıp yeniden dirilişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeye dönüşü kutlamak” maksadıyla yapılmaktadır.

Yeni yılın başlangıcı olan Mart’ta kutlanan “Diriliş” kutlamaları ile ilgili Kızılderililerin yaptığı merasimlerde kabilenin yaşadığı köy veya kampın tam orta yerine uzun ve düzgün bir “direk” dikilir. New Mexico, Arizona ve Kaliforniya eyaletlerinde yaşayan Kızılderili kabileleri köyün orta yerine dikilen bu “direğin” kainatın “ekseni” olduğuna ve dünyayı yaratan “Bir”i temsil ettiğine inanırlar.

Kızılderililerin yaptığı merasim ve kutlamaların en ilginç yanlarından birisi, kabilenin Şamanı’nın “Gök Tanrı” olarak kabul edilen “Ulu Ruh”a (Great Spirit) daha çok yaklaşmak ve kabilesi için O’nun yardımını ve rahmetini talep etmek maksadıyla, bu düzgün “direğe” tırmanmasıdır. Dinî maksatlı bu merasimi yöneten Şaman’ın bu direğe tırmanması, mensubu olduğu kabilesini kötü ruhlardan ve onların sebep olabileceği hastalıklardan koruması, yeni yılda kabilesine bol mahsul bahşetmesi konularında görüşme talep etmek maksadıyla “Gök Tanrı”ya daha yakın olma amacı taşımaktadır. Direğe tırmanma merasimi Pueblo, Camella, Maidu Kızılderilileri gibi birçok kabile arasında oldukça yaygındır.

Amerika’nın Batısında, Kaliforniya toprakları içinde yaşayan Yurok Kızılderili kabilesi, “Mart”ta düzenlenen “Yeni Yılın Başı” merasimlerini özel olarak hazırlanan ve “Big House” (Büyük Ev) olarak adlandırılan yerde yaparlar. Amerika’nın Delaware eyaletindeki Lenape Kızılderili kabilesi ve Cheyenne Kızılderilileri, yine “Big House” dedikleri yerde Yeni Yıl kutlamaları ile ilgili merasimleri eksiksiz yerine getirirler. Baharın gelişi ve tabiatın yeniden canlanarak hayat bulması ile ilgili merasimlerin yapıldığı “Büyük Ev”in dinî açıdan mistik bir manası vardır. Bu “Büyük Ev”in kendisi, Gök Tanrı’nın yarattığı kainatı, onun dört köşesindeki “dört direği” ve üzerine oturtulan “kubbesi” Gök Tanrı’nın kudretini, bu “Büyük Ev” in orta yerine dikilen “direk” ise, “Gök Tanrı”nın yer yüzüne koyduğu “ayağı”nın yerini sembolize etmektedir. Bu tip mevsimlik törenler hemen hemen bütün kabilelerde yapılmaktadır ve bütün kabilelerce Mart ayı yılın başı olarak kabul edilmektedir.

“Büyük Ruh” olarak adlandırılan “Gök Tanrı”ya daha yakın olma ve O’nunla konuşma, O’ndan yardım dileme maksadıyla dünya ve kainatın orta direği ve “ekseni” olarak kabul edilen ve köyün orta yerine dikilen “direk” ve bu “direğe tırmanma” merasimine Orta Asya, Sibirya, Altay, Hakas, Tuva Şamanizm’i ve bu bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının ve boylarının dinî geleneğinde de yaygınca rastlanmaktadır.

Orta Asya, Sibirya Türkleri, Saka, Altay, Hakas, Tuva Türklerinde de “Mart” ayı “Yeni Yılın Başı” dır. Hakas Türkleri “Yeni Yılın Başı” olarak bilinen Mart ayında, çeşitli merasimleri büyük bir dikkatle yerine getirirler. Şamanizm geleneğine bağlı olarak yapılan dinî maksatlı bu mevsimlik merasimler, Amerika Yerli Kızılderili kabileleri ile Orta Asya Türk boyları arasında birbirinin aynısı denilecek kadar benzerlik ve paralellikler gösterir. Hakas Türkleri “Mart” ayında yaptıkları merasimi şöyle anlatmaktadırlar: “Hakasya eski Türk halklarından birisidir. Bunu Hakasların örf ve âdetleri ispatlıyor. Örnek olarak Yeni Yılın Başı bayramını alabiliriz. Bizim halkımız Yeni Yılı 22 Mart’ta kutlar. Adı Yılbaşı. Gün saatleri ile gece saatleri eşit olduğu zaman, o gün güneş doğarken ona tapıyorlar. Daha sonra kutsal ateş anaya tapılır. Dünyadaki bu kutsal ateş, küçük güneş gibi sayılır. Bu kutsal ateşte Kara Çalama (ipek) yakılıyor. Bu Kara Çalama yakılmadan önce üç bohçaya bağlarlar. Bir bohça ile hastalıklar, ikinci bohça ile acılar, üçüncü ile dertlerin, hastalıkların hepsinin bağlanması demektir. Daha sonra lzıh(kutsal) Ak Ağaca (Akça Kayın) yeşil, kırmızı beyaz bezler asılır. Böylece Göğe hayat için dua ediyoruz. Yeşil “hayatın” rengi, kırmızı “kan damarı kurumasın”, beyaz ise “hayat temiz olsun” anlamındadır.”

“Amerika’nın Sub-Arktik bölgesinde yaşayan Kızılderili kabileleri yılda bir defa, “Mart” ayında, “Feeding the Fire” (Ateşi Doyurma) merasimi yaparlar. Bunun Kızılderililerin ölen yakınlarının ruhlarını tatmin edeceğine inanılır. “Beayer” (Kunduz) Kızılderilileri, bu merasime çok önem verirler ve Amerika’nın kuzeyinde yaşayan Kızılderililer arasında ateşe “et” atarak onu tatmin etmek merasimini en ciddi şekilde takip ederler. Bunun yanında yine Baharın başlaması ve Somon balığının nehirlerin kaynağına doğru ilk göçleri başladığı zaman British Columbia’da yaşayan Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinden Tanaina Kızılderilileri, ateşe et atma merasimi yaparlar. Bu merasimle tabiatta hayatın yenileneceğine inanırlar. Mart ayında insan vücudunu yenilemek ve canlandırmak için Fin Hamamına benzeyen “Sweat Lodge”lara terlemek için girilir. Sonra yeni elbiseler giyilir. Güzel kokulu yaban otlarının ateş üzerinde yakılması ile elde edilen dumanlarından teneffüs edilerek, ciğerlere çekilir.”

Şamanist gelenekleri ve inançlarına göre, ateş bütün pislik ve kötülükleri temizler, kötü ruhları kovar. Bu inanca Türklerde de rastlıyoruz. Vl. yüzyılda Batı Göktürk Kaanı’na gelen Bizans elçilerini huzura almadan önce onları iki ateş arasından geçirirlerdi. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel kötü ruhları kovmak maksadıyla yapılırdı. Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı bezi yakarak onu hastanın etrafında “alas, alas” diyerek gezdirirler. Buna Kazak ve Başkurtlarda “alaslama” Anadolu’da ise “alazlama” denir.

Sioux (Su) Kızılderili kabilesinde de, Yeni Yılın Başlangıcı için yapılan merasimlerde “Ateş”e büyük önem verilir. Bu merasimler Sioux topraklarında “Ot Biten Ay” olarak adlandırılan “Mart” ayında yapılır.

 

Tespit Edilmiş Diğer Benzerlikler

İndiana Üniversitesinden Amerikalı Profesör Denis Sinor Sibirya Türklerinden Tunguz kabileleri ve Yukagir’lerin Tunç çağı evrelerinden beri Kızılderililerle ortak bir kültüre sahip olduklarını ifade ederek;
Huş ağacından oyulmuş kayıklar, Pirok yani deri, ağaç kabukları örtülerek yapılmış barınaklar ya da Kızılderililerin yarı küresel (Wigwam) veya konik(tepec) çadırları tipinde ortak kültürler, önünde yarık bulunan hafif giysi türleri, makosenler, karlı ormanların temel ulaşım aracı kayak gibi donanımlar tespit etmiştir.

Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden İnanna’nın “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindeki, boğaza takılan kolyeye Tork denilmektedir. Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan Tork-lar (Torkom) Hitit devleti sonrası kralları Pamba devrinde Hititlere boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Tork isimli, Tanrıça İnanna timsali kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok (Etrak) kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar.

Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle “Mayanca” demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahasıydı.

Tahiti adasına ayak basan Captan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa “Türk” adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir.

Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır.

Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme adeti de tespit edilmiştir.

Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dahil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.

Brezilya ormanlarında Zakuma Kızılderililerinde güreş, rakiplerden birisi can verene kadar devam eder. Bizdeki “Kırkpınar” efsanesinde de pehlivanlar can verene kadar güreşmişlerdir.

Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atabaşkan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Misal Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.

İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler. İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı. (Dede korkut destanlarından Boğaç Han destanı hatırlanırsa, orada da çocuk bir kahramanlık gösterdikten sonra ad almış ve bu ad alma işlemi de bir törenle gerçekleştirilmiştir.) bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi.

Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.

İnkalarda aşağı sınıftan yani “Kara budun”dan olan birisi bir boğayı öldürmeden evlenme hakkı kazanamazdı.

Mohavk ve Atabaşkan kabilelerinde Kore Türkleri olan İlu’lar gibi, nişanlı kızlar saçlarına nişan tüyü takarlar.

Loğusa kadın bütün Altaylılar olduğu gibi kutsal sayılır. Loğusanın kırkını yaparlar. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanır.

Cenaze merasimlerinde bütün Altaylılar gibi ölü ağlayıcıları tutarlar. (Anadolu’da, Ankara yöresinde bu gelenek “Yasçı Tutmak” olarak yakın zamana kadar uygulanmaktaydı. Son zamanlarda azalmış durumdadır. Aynı gelenek yine Ankara il sınırları içindeki Kürt köylerinde de uygulanmaktaydı ve halen uygulanıyor.) Mayalar ölüm yıl dönümünde “Yıl aşı” verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.

Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı “Tez Katlı Poka” (Tez katlı boğa)dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui (Akui- Altından ırmaklar akan yer) derler.

Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “Hu” çekerek Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları da tespit edilmiştir.

Şinok dilinde “Potlaç” denilen değiş tokuş sistemine de yine Eski Türklerde rastlanmaktadır. Sosyal eşitliği ve yardımlaşmayı amaçlayan, herkesin elindeki eşyalarını ve yiyeceklerini ortaya döküp ihtiyacı olanların almasının sağlandığı bu törenlerin Orta Asya doğup Kızılderililerce Yeni Kıta’ya yayıldığı varsayılıyor.

İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar “Ç-şıra” (şıra) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye “Çira” derlerdi.

Sibirya’da yaşayan insanların, geyik boynuzlarından “mızrak atan” aletler geliştirmiş oldukları kayıtlara geçerken bu mızrak atan aletlere Aztek dilinde “atl–atl (atıl–atıl) denildiği tesbit edildi.

 

SANAT ÜSLUBU

Olmek heykelleri tesadüf denilemeyecek kadar kadar “ETRÜSK’lerinkine benzemektedir. Etrüsk-Olmek heykelciklerindeki benzerlikleri ilk açığa çıkaran Floransalı bir Etrüskologdur.

SÜMER’lerle birçok bağlantıları tespit edilmiş Etrüsk(Tirsk) kavminin Türk soyundan olduğu Prof.Dr.Brandestein ve Adila Ayda gibi birçok isim tarafından ileri sürülmektedir.

Çin’in Türk soylu “ÇU” sülalesi -ki Türk kökenli oldukları kabul edilen bir gerçektir, son çağlarındaki klasik dekoratif sanat üslupları Olmek’lerin Vera Cruz bölgesinin ve Tajin stillerinin aynısı gibidir. İnka’ların Titihaka gölü çevresindeki ata heykelleri, Gök-Türklerin “Balbal”larıyla aynı stildedir.

İnka’lardan önceki Peru medeniyetlerinin (Çimu – Aymara) çana-çömlek üzerindeki geometrik desenleri ve daha sonraki dönemlerde görülen “başı arkaya dönük” hayvan motifleri, Türk-Hun Bozkır Sanatı olan “Hayvanlı Sanat”ı ve kilimlerin benzerlikleri kültürler arasındaki etkileşimin bariz örnekleri durumundadır.

Tüm bu bilgiler ışığında yerli yabancı birçok bilim adamı Kızılderililerin kökeni ve biz Türklerle olan bağları konusunda uzlaşmış ve birbirlerini doğrular nitelikte eserler vermişlerdir.

 
Peki Kızılderililer bu konuda ne düşünüyorlar?

    7. Türk kurultay’ına katılan M. Franklin Keel ise bu konudaki görüşlerini şöyle ifade etmiş:

    “DNA testlerinde Kızılderililerin Türk asıllı olduklarının anlaşıldığını, ben Türk kurultayına katılarak ve Türkiye’de bulunmak suretiyle daha iyi hissettim. Biz Kızılderililer Türk olmaktan çok mutluyuz… Amerika’da birçok bölgede yer isimleri Türkçe olduğuna dair bazı bilgiler vardır. Ama bu konu, derinlemesine araştırılmadı. Türk Dünyası kurultayına katılmaktan çok mutluyum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkler, bu kurultayda toplanmışlardır. Kurultayı çok güzel buldum. Burada çok değişik topluluklar temsil ediliyor. Kültür alışverişinde bulunuyorlar. Kültür çok önemli bir faktör. Türk insanında tespit ettiğim en büyük hazinenin, kalplerinin zenginliği olduğunu gördüm. Dostlukların samimiyeti ve derinliği, bu samimiyet ve derinlik biz Kızılderililerde de aynen böyledir. Yakut Türkleri ile tanışma fırsatım oldu. Çok nazik ve kibar insanlardı. Tıpkı benim kuzenlerim gibi gözüküyorlardı. Benzerlikler çok fazla… Bozkurt, biz Kızılderililerde de semboldür. Hatta Kızılderililerde Bozkurt isimli kabile vardır. Eğer buraya Amerika’daki Kızılderililerden daha çok getirmek kısmet olsaydı, onlar da sizinle görüşmekten çok çok mutlu olacaklardı, tıpkı benim gibi. Gidince Türk asıllı insanlarda gördüğüm, bizimle aynı olan özellikleri kabileme anlatacağım… “

Benim Kızılderililerle ilgili izlediğim bazı belgesellerde kimi kızılderililerin Asya’dan göç ettiklerini kabul etmedikleri dikkatimi çekti. Yakima Kızılderilileri’nin Büyük Reisi Veninock 1915 yılında görüşlerini açıklarken şunları söylemiş:”Biz buraya Gök Tanrı tarafından yerleştirildik. Ben bu topraklara ne başka ülkelerden getirildim, ne de geldim. Ben buraya Gök Tanrı tarafından özel olarak gönderildiğimi biliyorum.”


Sunay Akın’ın “Kız Kulesi’ndeki Kızılderili” adlı kitabının “Kızılderililer Türk Mü? ” başlıklı yazısında Mehmet Bayhan’ın başından geçen bir olay yer alıyor: ” Fotoğraf Sanatçısı Mehmet Bayhan, 1994 yılında New Mexico eyaletinde bulunan bir Kızılderili köyünü ziyarete gider. Yaşlı bir Kızılderili’nin oturduğu barakada genç bir müzisyen flüt ile çaldığı ezgilerle dolu olan kasetini satmaktadır. Yaşlı adama “Ben Türk’üm sizlerle akrabayız” diye seslenen Bayhan, yanıt alamasa da sürdürür konuşmasını:

”Sizler yüzyıllar öncesinden Asya’dan göç eden bir Türk Kolusunuz!” Sözlerine karşılık verilmeyişine bozulan Mehmet Bayhan bir kaset satın alır ve kamptan tam çıkacakken oturduğu köşede bir heykel gibi kımıltısız duran yaşlı Kızılderili sessizliğini bozar: “Çok uzak değil mi? “

    Aynı yazı Sunay Akın’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde okuduğu bir haberle bitiyor: “Yaşlı bir reise Kızılderililerin Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika’ya gelen Türkler olduğu söylendiğinde yanıtı şöyle olmuştu: Olabilir. Tıpkı atalarımızın aynı yoldan gidip Türklerin Kızılderili sayılabileceği gibi! “

    Tarih ve bilim bunu kanıtlamış olsa da onların kabul etmemesi gayet normal. Zorla toprakları ellerinden alınan, vahşice katledilen, vatanlarından sürülen bu insanlara kalkıp bir de “Zaten siz buraya Asya’dan geldiniz! ” demek belki de biraz acımasızca… Nereden gelmiş olurlarsa olsunlar Amerika onların vatanı… Ama tüm bu kanıtlar ışığında şu da bir gerçek ki bizler akrabalarıyız…

    Kızılderililerin de dediği gibi : “Mİ TAKU OYASİN! BİZ HEPİMİZ AKRABAYIZ! “

Güncelleme Tarihi: 26 Temmuz 2012, 16:41
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER