Kuramsız uygulama, pusulasız kaptanlığa benzermiş. Doğru ama uygulamasız kuram neye benzer. Madalyonun bir de bu yüzüne bakmak gerekmez mi?
On yılda 850 okulda yaptığım çalışmadan görüp öğrendiğime dayanarak şu belirlemeyi yapıyorum. Orta öğretimde çok büyük bir eğitim açığı yanında bilgi açığı var. Eğitim açığı aileden başlıyor. Kitap okumayan anne babanın okumayan çocuğu oluyor ve okulun işi zorlaşıyor. Batı’da 80’lerde, bizde 90’larda başlayarak, 2000’li yıllarda ise artık bir yaşam biçimi olan dijital çağ, Neil Postman’ın da dediği gibi, eğitimi yeniden yapılandırdı. Yarattığı muazzam bir gösteri sahnersiyle öğrencinin bile okuma hakkını elinden aldı.
Anne babalarsa en başta kendileri ekran bağımlısı olduklarından ve yaşamlarında kitaba yer vermediklerinden kötü rol model oldular. 0-6 yaş döneminde özellikle çocuklarının kanatlarını yoldular. (Bunu Kitaplarımız Kanatlarımız’da ayrıntılı biçimde anlattım. (Bugün, Örgün eğitimde 16 milyon 905 bin 143 öğrenci öğretim görüyor.
Yaygın eğitimde ise 4 milyon 144 bin 631'i erkek, 4 milyon 379 bin 896'sı kız toplam 8 milyon 524 bin 527 öğrenci okuyor.)
Anne babalarsa en başta kendileri ekran bağımlısı olduklarından ve yaşamlarında kitaba yer vermediklerinden kötü rol model oldular. 0-6 yaş döneminde özellikle çocuklarının kanatlarını yoldular. (Bunu Kitaplarımız Kanatlarımız’da ayrıntılı biçimde anlattım. (Bugün, Örgün eğitimde 16 milyon 905 bin 143 öğrenci öğretim görüyor.
Yaygın eğitimde ise 4 milyon 144 bin 631'i erkek, 4 milyon 379 bin 896'sı kız toplam 8 milyon 524 bin 527 öğrenci okuyor.)
Çözüm olarak, üniversitelerimizin, Ankara Üniversitesi başta olmak üzere, zaman zaman çok iyi yaptıkları sempozyumları kuramsal düzlemde bir başarı olarak görüyorum. Bu başarılı çalışmaların uygulama ayağı olarak aynı üniversitelerimizin, örneğin neden bir Okuma Araştırması Kürsüsü açamasınlar diye düşünüyorum. Hatta bir düşüm var ki sizi rahatsız edecek ölçüde ısrarcıyım. Neden üniversitelerden birinde Okuyan Toplum Akademisi ya da Okuyan Toplum Enstitüsü açılmasın?! İsim önemli değilse de Köy Enstitüleri’nin Aydınlanmacı yanını, okuma, okutma ayağını günümüze taşıyacak, benim türlü çeşit eksiği gediğiyle yaptığımı kurumsal olarak Türkiye ölçeğinde yapacak öğretmenler yetiştirmesin.
Prof. Dr. Gündüz Atalık’ın da dediği gibi, bugün Türkiye’nin yaşadığı güncel bunalım Aydınlanma bunalımıdır. Bu bir eğitim krizidir. Eğitimin, ben diyeyim bir damarı, siz deyin beş damarı tıkalı. Beyne kan gitmiyor. Beyinde kan dolaşımı gibi, düşünce dolaşımı olmayınca, gözleriyle düşünen, kulaklarıyla karar veren, aklını ise hiç kullanmayan; tez kandırılan kolay aldatılan bir toplumda demokrasi bir türlü yeşeremiyor, yeşerse de yerleşemiyor.
Biliyoruz, muhafazakarlık dünyada altın çağını yaşıyor. Ne ki bu çağın ‘Türkiye’de cahiliye boyutunda yaşanmasında üniversitelerimizin, akademisyenlerimizin ‘organizasyon kurma sanatı geliştirme’ de yetersiz, isteksiz kalmasının da rolü yok mudur?’ diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Kuramı yüceltirken, uygulamayı es geçerseniz havanda su döver dururuz, üniversitelerimizin yapmakta olduğu gibi.