Sektör Doğal Ürünler
Yayınlama Tarihi 02 Ağustos 2010

DOĞAL ÜRÜNLER

Alfalfa  (Medicago sat),  Asya kökenli bir bitki olup Romalılar ve Araplar tarafından dünyaya  yayılmıştır. Araplar ona içerdiği vitamin, protein ve minerallerden dolayı "Besinlerin Babası" ismini vermişlerdir. Çinliler onu 6. yüzyıldan beri böbrek taşı düşürmeye yardımcı, vücuttaki fazla suyu atmak, romatizmal rahatsızlıklar, şişkinlik ve gaz gidermek  için kullanmaktadır. Alfalfa bitkisi protein, vitamin, mineral ve besleyici gıdalar yönünden zengindir. Alfalfa,  manganez,  kalsiyum   ve  beta-karoten  (Kalp hastalıkları ve kansere karşı çok yararlı), proteinler, A, C ve  K vitaminleri  içerir. Alfalfa, gıda üreticileri tarafından klorofil  ve  karoten kaynağı olarak da kullanılmaktadır. Alfalfa, K vitamininin en iyi doğal kaynaklarından birisidir. Vitamin K belirli proteinlerin kalsiyuma bağlanmasına yardım eder ve uygun kemik mineralizasyonu için gereklidir. Düşük vitamin K alımıyla erkek ve kadınlarda kalça çatlaması veya kırılması riskinin artması arasında bir ilişki olduğu yakın zamanlarda yapılan bir araştırma ile ortaya çıkarılmıştır. Viatamin K, kemik sağlığı ile ilgili en azından üç proteini aktive etmektedir. Vitamin K' nın bir diğer fonksiyonu kanı pıhtılaştıran etkenlerin, özellikle de protrombin denen maddenin üretilmesine yardımcı olmasıdır. Alfalfa bitkisinin içerdiği manganez ise önemli bir eser mineraldir. manganezin vücutta; sağlıklı kemik gelişimi ve korunması, cinsiyet hormonu sentezi, sinir gelişimi ve fonksiyonu, doğal öldürücü hücrelerin (bağışıklık sistemi ile ilgili) harekete geçirilmesi gibi görevleri vardır.
 Faydaları ve Kullanım Alanları:Alfalfa
Sağlıklı kemik gelişimi ve kemiklerin korunması
Artrit, kireçlenme ve mafsal iltihabı
İştahın artırılması ve iyi bir besleyici
Anemi, kansızlık
 İdrar yolları, böbrek ve idrar kesesi rahatsızlıkları
Böbrek taşı veya kumu düşürmek için yardımcı ve idrar artırıcı
 Sistit (cystitis)
Karaciğer, kan, böbrek ve vücudumuzdaki toksinleri temizleyici (detoxifier)
Hipofiz bezi fonsiyonlarını destekleyici
Gut, damla hastalığı
 Kabızlıkta rahatlatıcı
Estrogen (östrojen) üretimine yardımcı
Kan şekerinin ayarlanmasına yardımcı
Alıç (Crataegus oxyacantha);10 metreye kadar yükselebilen, dikenli, beyaz veya pembe çiçekli bir ağaçtır. Meyveleri 6-10 mm çapında, 1-3 tohumlu, esmer-kırmızı veya kırmızı renklidir. Hafif ekşimsi lezzetli meyveleri yenilmektedir. Alıç ağacının yaprak, çiçek ve meyveleri Orta Çağdan beri özellikle kalp  destekleyici ve kalp-damar sistemi fonksiyonlarını normalize etmek için kullanılmaktadır. Herbiri, bitkiye çok güçlü antioksidant özellikler veren flavonoid (flavonlar) bileşikleri açısından oldukça zengindir. Alıç,  kalp-damar sistemi (cardiovascular system) üzerinde pozitif etkiler gösteren 3 grup ana bileşik içerir. Bu bileşikler; triterpenoid saponinler (triterpenoid saponins), aminler (amines) ve flavonlar (flavonoids) ’ dır. Alıç’ ın  antioksidant etkisi, serbest radikal oluşumunu engelleyerek (inhibe ederek) kalbin tümünü olumlu yönde etkilemektedir. Avrupalı araştırmacılar, bu bitkinin  kalp ve beyne olan kan akışını ve  kalbin kasılma gücünü  artırdığını,  kalbi düzensiz atışlara (kalp ritm bozukluğu)  karşı koruduğunu ve  kan basıncını (tansiyon) dengelediğini göstermişlerdir. Alıç içerisindeki etken maddeler kalp kasları dejenerasyonunda ve koroner damarlardaki daralmalar sonucu gerekli miktarda kanın ve oksijenin kalp kaslarına gönderilememesi durumundaki oksijen yetersizliğine karşı da kalbin korunmasına yardımcı olmaktadır.


AlıçAlıç, damarları genişleten bioflavononid’ ler açısından da  oldukça zengindir. Bu bileşikler çok güçlü antioksidanlar olup; kalbe oksijen ve kan akışının  artmasına yardımcı olurlar. Bu durum kalbin kan deveranı için harcamak zorunda olduğu gücü azaltır ve kalbi rahatlatır. Ayrıca bioflavonoid maddeler kan damarlarının çeperlerini güçlendirir ve vücudun diğer bölgelerine olan kan akışını da düzenler. Alıç içerisindeki bileşiklerin kolesterolü ve damarlardaki plaket oluşumunu da azalttığı gösterilmiştir. Kalp hareketlerini yatıştırıcı ve düzenleyici olarak, tehlikesizce uzun zaman kullanılabilir. Alıç, çeşitli kalp ve kan dolaşımı hastalıklarında rahatlıkla kullanılabilecek ender bitkilerden en başta gelenidir.  Kalp ritim bozuklukları (arrhythmias), sinirsel kalp çarpıntıları, kalp yetmezliği, ağır enfeksiyon hastalıkları sonrasındaki kalp kasları zafiyeti, kalp krizi sonrası, yüksek kan basıncı, damar sertliği alıç meyvesinin başarıyla kullanılabileceği alanlardır. Alıç,  bedendeki sıvı birikimlerinin dışkılanmasını da sağlayabilir. Ayrıca; sinir sisteminde yatıştırıcı, spazmları azaltıcı, idrar söktürücü etkileri de vardır. Alıç’ ın içerdiği maddelerde vücudda birikme, zehirlilik ve alışkanlık yapma gibi özellikler olmadığından uzun süreli kullanıma uygundur.

 
Alman Papatyası (Matricaria recutita); Avrupa ve Batı Asya kökenli olup, papatya ailesinin bir üyesidir. Avrupa’ da yaygın bir şekilde tarımı yapılmaktadır. Tek yıllık, çiçekleri 5-10 mm çapında, dil şeklindeki çiçekler beyaz renkli, bir sıra ve 12-20 tanedir. Tüp şeklindeki çiçekler ise sarı renkli, çok adette ve kapitilumun ortasındadır. Çiçek tablası koni biçiminde, üzeri çıplak ve içi boştur (Diğer papatyalardan farkı). Kokusu özel ve kuvvetli, tadı acımsıdır. Çiçekleri %1-2 oranında uçucu yağlar (matricin-chamazulen, bisabolol, bisaboloksit, bisabolonoksit), rezin, flavonlar (apigenin, luteolin, quercetin) içermektedir. Bu aktif bileşikler papatyaya iltihap ve spazm giderici (anti-inflammatory ve anti-spasmodic), bakteri veya mantar öldürücü (Anti-bakteriyal ve anti-fungal), ağrı kesici (Analjezik), yatıştırıcı ve sakinleştirici (Sedatif), anti-allerjik, kas gevşetici (özellikle mide-bağırsak sisteminde), antiseptik ve dezenfektan özellikler vermektedir. Yüzyıllardır güvenle yan etkisiz bir şekilde kullanılmaktadır.
  Faydaları ve Kullanım Alanları:Alman Papatyası
    * Mide Ekşimesi ve Mide ekşimesinden dolayı yemek borusunda veya midede duyulan yanma hissi (Heartburn)
    * Depresyon, stres ve sinirsel durumlara karşı sakinleştirici
    * Soğuk algınlığı ve saman nezlesi
    * Uykusuzluk problemleri
    * Sindirim güçlüğü ve hazımsızlık (Indigestion)
    * Kolik (Kalınbağırsak ve karın boşluğunda duyulan sancı)
    * Stresli kolon veya kalın bağırsak kasılması, bağırsak allerjisi (IBS: Irritable Bowel Syndrome)
    * Peptic Ülser
    * Ülseratif Kolit (Kalınbağırsak iltihabı)
    * Böbrek ve safra kesesi taşlarına karşı çözücü, idrar arttırıcı


Arı Sütü; işci arıların gırtlak bezelerinden salgılanan bir  bal emülsiyonudur.  Kraliçe arının besini olup,  besin değeri son derece yüksektir. Tüm yaşamı boyunca  arı sütü ile beslenen  kraliçe arının ömrünün uzunluğuna da en önemli işarettir. Diğer arılar sadece 2 ay  yaşarken, kraliçe arının ömrü 6 yıldır. Bu besinde, kraliçe arının niçin inanılmaz büyük (iri), uzun ömürlü, verimli ve diğer arılarla mukayese edildiğinde neden daha fazla enerjiye sahip olduğunun sırrı saklıdır.  Kraliçe arı, sadece arı sütü ile beslenerek günde 3.000 yumurta üretir ve bu  emülsiyon kraliçe arıyı sağlıklı ve  güçlü tutmak için gerekli besinleri de sağlar. Hayatlarının ilk 2 günü bebek arılar (lavra), işci arılar tarafından yapılan özel bir karışımla beslenirler.  İşci arıların yutmaksızın çiğnedikleri, çiçek tozlarından yaptıkları ve başlarının üstündeki bir bezede sakladıkları özel bir madde ile karıştırdıkları bu maddeye arı sütü denilir. İlk 2 günde, bu kuvvetli protein gıdası bebek arıları (larvaları) küçük bir arıya dönüştürür. Bu işlem gerçekleştikten sonra, işci arılar arı sütü üretimini azaltırlar ve sadece mevcut kraliçe arı ve bir sonraki sefer kraliçe arı olarak seçilen arı için üretime devam ederler. Hem kraliçe arı hem de prenses arı bu gıda ile beslenmeye devam eder.

    Araştırmalar, arı sütünün insan vücuduna da, en az kraliçe arıya sağladığı yayar kadar yarar sağladığını ortaya koymaktadır. Arı sütü, bir çok çeşit etken madde; enzimler, amino asitler, vitamin ve mineraller içermekle kalmayıp, metabolizma için çok önemli olan panteik asit (pantheic acid), asetilkolin (acetylcholine), protein, bağışıklık sistemini güçlendiren ve ruhsal-fiziksel dayanıklılığı artırıcı bir yağ asidi olan 10-HDA (10-Hydroxy-2 Decenoic Acid), sepanin asit (sepanine acid), hastalıkların iyileşme döneminden sonra sindirimi düzenlemek ve iştahı açmak için çok ideal olan oleik asit (oleic acid) içerir.

     Arı Sütünün içerdiği vitaminler arasında tüm B vitaminleri (B-Complex vitamins), A, C ve E vitaminleri vardır. Ayrıca 10 temel amino asitten (esansiyel)  sekizini de (lizin, metionin, lösin, fenil-alanin, treonin, triptofan, valin, izolösin) içermektedir. Tüm bunlara ilave olarak; kalsiyum, potasyum, fosfor, demir, sülfür, bakır ve silisyum minerallerini de içerir.

    Bu faydalı maddeleri yüksek oranda içerdiği için, vücudu strese ve dış etkenlere karşı güçlü kılmakta ve onun anti-bakteriyel ve antibiyotik özelliği ise soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklara karşı korunmamıza yardımcı olmaktadır.
    Arı sütü bir doğa harikası olarak; aşağıdaki durumları önlemede veya iyileştirmede yardımcı olmaktadır :
Bronşiyal Astım
Akciğer Hastalıkları
Uykusuzluk
Mide Ülseri
Böbrek Hastalıkları
Kırıkların daha hızlı iyileştirilmesi
 Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi
Saç, cilt ve tırnakların beslenmesi ve güçlendirilmesi
Sindirim sistemini sağlıklı tutmak
Üreme ve boşaltım sistemini korumak
Ruhsal ve zihinsel (mental) dayanıklılığı artırmak
 Düşük Tansiyon
Metabolizmayı canlandırmak, enerji vermek
Yorgunluk
Soğuk algınlığı ve grip
Strese ve dış etkenlere karşı dayanıklılık
Sinirsel ve ruhsal dengenin kurulması
    Yıllardır, arı sütünün olağanüstü gençleştirme gücü ve sağlığa faydaları araştırılmaktadır. Nispeten Amerika’da pek fazla bilinmemesine  rağmen, Avrupa ve Asya’da çok uzun bir süreden beri bilinmekte ve kullanılmaktadır. Arı sütü’ nün ünü 1950’li yıllarda Avrupa’da onun hakkında yayınlanan yazı ve raporlardan sonra dünyaya yayılmıştır. Gerçekte arı sütü hakkında en fazla araştırma ve tıbbi yayın Fransa, Almanya, İtalya, Rusya, Çin ve Japonya’da yapılmıştır. Şu an için Japonya dünyada en fazla arı sütü tüketen ülke durumundadır.

    Arı sütü, hem erkek hem de kadınların kullanabilecekleri bir doğal ürün olup, ruhsal ve fiziksel vücudunu dengede tutmak isteyen herkes, özellikle orta yaş ve üzerinde olanlar, menopoz dönemindeki kadınlar, en yüksek fiziksel dayanıklılığı arzu eden sporcu veya vücut geliştiriciler onu kullanabilir.

 

Atkestanesi (Aesculus hippocastanum); 15-25 m. kadar yükselebilen,  kalın gövdeli, yaprakları 5-7 yaprakçıklı, baharda çiçekleri beyaz ve nadiren kırmızı renkli, üzeri sivri dikenli yeşil meyvaları olan bir ağaçtır. Meyva, 1-3 tohumlu bir kapsül şeklinde, içerisinde bildiğimiz kestaneye benzer atkestanelerini muhafaza etmektedir. Anavatanı Asya (Hindistan) olmasına rağmen Türkiye ve Avrupa’ da park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. 17. yüzyıl başlarında İstanbul’ dan Fransa’ ya götürülmesi ile Avrupa bu bitkiyi tanımıştır. Atkestanesi meyvaları (Tohumları); şekerler, nişasta, sabit yağ, flavon türevleri ve glikozitler (Aesculin, esculin) ve triterpenoid saponinler (aescin, escin) içermektedir.

 

Atkestanesi Çiçeği - Atkestanesinin geleneksel kullanım yöntemlerinden etkilenen bir Fransız doktorun  1896’ da ilk olarak hazırladığı atkestanesi tentürü’ nün hemoroit (basur) üzerindeki olumlu etkisi pekçok kişinin dikkatini çekmiştir. Daha sonraları yapılan modern araştırmalarda ise (Özellikle 1960’ larda Almanya’da) bacaklardaki toplardamar hastalıkları (varis gibi) üzerine etkisi gösterilmiştir. Günümüzde, tentürden daha güvenli olan ve tohumlardaki toksik maddelerden (Aesculin, esculin) arındırılmış ve yeteri kadar (%20) aescin içerecek şekilde standardize edilmiş ekstreler kullanılmaktadır. Aescin; tahriş olmuş kılcal damarlardan dokulara sıvı sızıntısını yavaşlatarak şişme ve iltihaplanmayı azaltma yeteneğine sahip bir etken maddedir. Aescin damarların esnekliğini artırmakta ve glycosaminoglycan hydrolases olarak bilinen ve bağ dokularının ana unsuru olan kolajen ‘i (Collagen) tahrip eden, kılcal damarlarda  delikler (porlar) açan enzimlerin salgılanmasını engellemekte ve toplardamarların zarar görmesine yol açan psikolojik etkileri bloke edebilmektedir. Sıkıştırıcı / Güçlendirici (Adstringent), dolaşım sistemini (Kan damarlarını) güçlendirici etkiye sahip atkestanesi; toplardamar genişlemesi olan hemoroit (basur) ve varislerin tedavisinde, burkulma, spor yaralanmaları ve darbelerden ileri gelen vücuttaki şişmelerin (Bu şişmelerin asıl nedeni, darbe gören bölgedeki kılcal damarlardan dokulara sıvı geçmesidir. Aescin, kılcal damarlardaki delikleri (porları) küçülterek, buralardan dokulara sıvı geçişini engellemektedir.) engellenmesi ve iyileştirilmesinde, sıklıkla bacaklardaki varislere bağlı olarak oluşan yara, ağrı, ödem ve ağırlık hissinde başarıyla kullanılabilir. Atkestanesi, şişlik indirici etkisi göz önüne alınarak, böbrek ve idrar kesesi arasında kalan taşların düşürülmesi için de kullanılabilir. Taşın tahriş edici etkisiyle şişen idrar yolu (ureter), geçişi tıkar. Atkestanesi’ nin tesiriyle şişlik inerek, geçiş açılır ve taşın düşme ihtimali artmış olur.

Atkestanesi Ekstresi kapsüller halinde sunulmuş olup; her bir kapsül: 300 mg Atkestanesi (Meyve) Ekstresi (%20 aescin içerecek şekilde standardize edilmiş) ve 150 mg Rutin içermekteir. Rutin bir Bioflavonoid olup; bitkilerde çiçek ve yapraklara renklerini veren özel maddelerin en önemlilerindendir. Rutin kan damarlarını güçlendirir, damar esnekliğini artırır ve kapilerleri korur. Hipertansiyonlu kişilerde rutin kullanımı kapiler damar hasarını önemli ölçüde azaltmaktadır. Rutin özellikle hemoroid (basur), varis ve varisin yol açtığı ödemler gibi sorunlara karşı kullanılmaktadır. Aynı zamanda güçlü bir antioksidan olan rutin, bu özelliğiyle damarlar için iyi bir koruma sağlamaktadır.



Bira Mayası :Bira yapımında kullanılan fakat diğer kullanımları en çok ihmal edilen madde hangisidir diye sorarsanız, yanıtı hiç düşünmeden  bira mayası denilebilir. Gerçekte, ünlü 1516 tarihli bira yapımı ile ilgili Alman kanunu (Reinheitsgebot), ilk yazıldığında bira mayasından hiç söz etmiyordu. 19. yüzyıla kadar da bira mayasının fermantasyondaki (mayalanma) rolü fark edilinceye kadar da bu anlaşılamadı.  Louis Pasteur; Avrupalı bira imalatçılarından daha kaliteli bir bira yapabilmek amacıyla gelen istekler üzerine, bira mayası üzerine araştırmalar yapan ilk ünlü kişidir. Aslında bira mayası; bir tip  tek hücreli mantarın (Saccharomyces cerevisiae) hücrelerinin ezilip toz haline getirilmiş ve kurutulmuş halidir. Soldaki fotoğrafta (oldukça büyütülmüş) bira mayası hücrelerinin nasıl tomurcuklanarak çoğaldığını görmektesiniz. Bira mayası;  B-kompleks vitaminler ve proteinler (tüm esansiyel amino asitler dahil- vücutta üretilemeyen ve dışarıdan alınması zorunlu amino-asitler) ve mineraller açısından zengin bir kaynaktır.

 Bira Mayasi HücreleriFaydaları ve Kullanım Alanları:

                    * Vitamin, mineral ve protein açısından çok zengin temel bir besleyicidir.
                    * Anne sütünü arttırıcı etkisi vardır.
                    * İştah açıcı ve kilo aldırıcı özelliklere sahiptir.
                    * Kişinin enerji seviyesini artırır.
                    * Kolesterol seviyesini düşürmeye yardımcıdır.
                    * Egzersiz performansınızı artırır.
                    * Şeker hastaları için; şeker seviyesini yükseltmeksizin iyi bir besleyici ve ek gıdadır.

Bromelain; Ananas bitkisinden (Ananas comosus) elde edilen proteolitik özellikli (protein sindirici) bir enzimdir. Bilindiği gibi enzimler canlı organizmaların metabolizmasındaki biyokimyasal reaksiyonların işleyiş hızını bir katalizör madde gibi arttıran proteinlerdir. Bromelain ilk olarak 1957’ de tanıtıldı ve o zamandan beri bilimsel literatürde yerini almış 600’ dan fazla araştırma makalesiyle birçok hastalığa önemli faydaları olduğu kanıtlandı. Bromelain vücuttaki proteinleri ayrıştırıcı-sindirici bir enzimdir. Dolayısıyla onun ilk farkedilen özelliği sindirimi veya hazmı kolaylaştıran bir madde olmasıdır. Bu yüzden gıda sanayisinde ve bazı kültürlerde et yumuşatıcı ve pişmiş tahıl üretiminde de kullanılmaktadır. Bromelain Ananas bitkisinin sap ve gövdelerinden elde edilmektedir. Bu enzim sadece mide asidine yardımcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda bağırsaklardaki alkalin (alkalik) ortama da olumlu tesirler yapmaktadır. Bu nedenle sindirim sistemi enzimlerinden pepsin (mide sıvısında bulunan protein sindirici bir enzim) ve tripsin’ in (pankreas tarafından salgılanan protein sindirici bir diğer enzim) ikame (yerine geçen) enzimi gibi düşünülür.


Ananas Bitkisi -  Bromelain’ in çağdaş kullanımı sadece sindirim sistemini desteklemekle sınırlı değildir. Antiinflamatuar (iltihap giderici-iltihabi reaksiyonu önleyen madde) etkisi sayesinde (Referans3) romatoid artrit (Rhumatoid arthritis) ve sinüzit (sinusitis) tedavisinde yardımcı olduğu da klinik çalışmalarla kanıtlanmıştır (Referans12). Üstelik bromelain’ in sinüzit tedavisine olumlu etkileri ile ilgili kanıtların bir kısmı double-blind (ne hasta nede araştırmacının neyin tedavi edilmeye çalışıldığını bilmediği bir klinik araştırma türü) araştırmalarla desteklenmiştir. Bir başka double-blind çalışmada ise bromelain + tripsin kombinasyonu ile antibiyotik tedavisi alan idrar yolları enfeksiyonlu hastaların tamamı iyileşmişlerdir. Sadece antibiyotik tedavisi gören hastalarda bu oran % 46’ da kalmıştır. (Referans14). Yapılan ön klinik araştırmalarda ise 3-13 hafta boyunca bromelain verilen romatoid artrit hastalarının %73’ ünde iyi derecede iyileşmeler gözlenmiştir. (Referans15). Bromelain, aşırı trombosit yapışkanlığını önlediği için doğal bir kan incelticidir de (Referans16). Bromelainin bu özelliği angina (Angina pektoris-kalbe yeterli kan ulaşmaması sonucu ortaya çıkan göğüs ağrısı) ve tromboflebit (kan pıhtılaşmasının sonucu olarak oluşan damar iltihabı) semptomlarının azalması şeklinde kendini göstermektedir. (Referans17-18). Ayrıca bromelain balgam veya sümük yoğunluğunu da azaltmaktadır. Bu durum astım ve kronik bronşit hastalarına faydalı olabilmektedir. (Referans19).

 Çilorella (Chlorella vulgaris), mikroskopik boyutta (2-8 mikron çapında), tek hücreli, yeşil bir tatlı su yosunudur (Alg). Eski zamanlardan beri besin olarak kullanılmaktdır. Fosil kalıntılarının  gösterdiğine göre 2,5 milyar yıldır genetik yapısı hiç değişmeyen ender bir canlı türüdür. Çilorella’ nın tek hücreli yapısı; onun eşsiz türünün ve vitamin, protein, mineral, amino asitler, nükleik asitler (RNA,DNA), temel yağ asitleri, enzimler ve karotenoidlerin yoğun bir kaynağı olmasına büyük bir avantaj sağlamaktadır. Çilorella bu besinleri saf, katkısız ve doğal olarak mükemmel bir denge içerisinde barındırır ve tek başına bile tam bir besindir. Çilorella, 20’ den fazla vitamin ve mineralin yanısıra bol miktarda doğal beta-karoten’ de (Bağışıklık sistemini güçlendirici ve kansere karşı koruyucu) içermektedir. Çilorella, %50-60 oranında proteinden oluşmakta olup klorofil’in doğada bilinen en yüksek oranlı kaynağıdır. O ayrıca demir, iyod, çinko, magnezyum, fosfor ve kalsiyum da içermektedir. Çilorella, sığır karaciğerinin içermekte olduğu B-12 vitamininden daha fazlasını içerir. Halbuki çoğu vejetaryen diyetinde bu vitaminin eksikliği görülür.
   
Çilorella, hücre seviyesindeki vücut fonksiyonlarının dengeli ve kararlı olmasına  yardım eder. O sadece vücudun gereksinim duyduğu besinleri en üst seviyede sağlamakla kalmaz aynı zamanda vücudu zararlı maddelerden de temizler. Bu özellinden dolayı ona vücudumuzu “akort edici” de denilebilir. Milyonlarca kişi (özellikle Japonya ve Çinde) sırf bu özeliğinden dolayı kendilerini daha genç hissetmek veya görünmek için her gün çilorella almaktadırlar. Araştırmalara göre çilorella akyuvar aktivitesini arttırmakta ve hücrelere zarar veren bazı enfeksiyonlara karşı koruyucu özellikler göstermektedir. Çilorella bilinen en zengin klorofil kaynaklarındandır. Klorofili' in zarar görmüş dokuların iyileşme hızını arttıdığı bulunmuştur. Kolorofil, özellikle sindirim sisteminde kötü koku yaratan bakterileri yok ederek sindirim sistemine yardımcı olur. Ayrıca klorofil hemoglobin' e çok benzer bir yapıda olup, kan yapımını arttırdığı da düşünülmektedir. Çilorella, herhangi bir diyet programı ile birlikte kullanıldığında, diyet sonucu meydana gelebilecek vücudun enerji seviyesindeki düşmeyi gidermekte böylece kendinizi yorgun ve halsiz hissetmenizi önlemektedir. Bu nedenle çilorella kalorisi kısıtlanmış diyetlerde iyi bir besleyicidir. Ayrıca iştahınızı da tatmin ederek abur cubur diyebileceğimiz şeylere karşı da sizi koruyacaktır. Çilorella’nın içerisindeki nükleik asitler (RNA ve DNA), bu tek hücreli bitkinin (yosunun) çok hızlı bir şekilde çoğalmasını ve onun kendine özgü hücrelerinin gençleştirilmesini sağlamaktadır. Biz çilorella’ yı  vücudumuza aldığımızda bu hızlı hücre yenilenmesinden sorumlu nükleik asitleri de alıyoruz. Çilorella içerisindeki nükleik asitler, vücut enzimleri, protein ve enerji üretimini düzenlemektedirler. Bu nükleik asitler aynı zamanda proteinlerin parçalanarak amino asitlere dönüşmesine de yardım etmektedir. Çilorella' daki bileşiklerin hücreleri çeşitli toksik maddelerin etkilerine karşı detoksifiye ettiği de (arındırdığı) bulunmuştur. Bu etkinin özellikle içeriğindeki enzimler ve aminoasitlerden geldiği düşünülmektedir. Ayrıca araştırmalar göstermiştir ki; Çilorella’ nın selüloz çeperi sindirim sistemindeki ağır metallere (kurşun, civa, kadmiyum gibi) ve zararlı kimyasal maddelere yapışarak onların vücuttan atılmasını sağlamaktadır. Bu nedenle çoğu Japon hava kirliliğinin etkilerinden kendilerini korumak için düzenli olarak çilorella almaktadırlar.



Çuha Çiçeği  (Oenethera biennis) çeşitli alt türleri olan önemli bir bitkidir. Kuzey Amerika ve Avrupa'da yetişir. Bitkinin Türkçe ismi ile ilgili ayrıntılı açıklama için TIKLAYINIZ. Bitki ve kökü eskiden beri kullanılagelmiştir. Bununla beraber tohumundan elde edilen ve Gamma-Linolenik Asit (GLA) içeren yağının kullanımı yenidir. Çuha Çiçeği Yağı (Evening Primrose Oil), tohumlarının preslenmesi sonucu  elde edilmiş tamamen doğal bir üründür.  % 9.5 oranında Gamma -Linolenik Asit (GLA), % 72 oranında omega-6 (Linoleik Asit), % 8 oranında omega-9 (Oleik Asit), potasyum  ve  magnezyum içerir. GLA önemli yağ asitlerinden biridir. GLA  sağlık için gereklidir  çünkü vücuttaki bütün organları kontrol eden ve hormonlara benzer etki gösteren bileşiklerin (Prostoglandin-PGS) üretiminde kullanılır. Bu bileşikler özellikle  kalp, dolaşım, deri ve savunma sisteminde  etkilidir. Ek olarak, GLA hücre zarının (cell membrane) önemli bir bileşenidir.

Bazı yiyecekler, temel yağ asitleri metabolizmasıyla  ilgili enzimleri engeller. Aşağıda belirtilen durumlarda veya hastalıklarda da delta-6-desaturaz denen enzimin etkisi azalmaktadır. Bu enzim (delta-6-desaturaz), beslenme yoluyla alınan linoleik asidin (LA), gamma-linolenik aside (GLA) dönüşmesini sağlayan önemli bir enzimdir.

    * Doymuş yağlardan zengin diyet (Aşırı hayvansal yağ kullanımı)
    * Kolesterolden zengin diyet (Aşırı proteinli yiyecek tüketimi)Evening Primrose (Aksam Çuha Çiçegi) - Büyütmek için TIKLAYINIZ
    * Aşırı alkol alımı
    * Çinko eksikliği
    * Stres, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları (Stres hormonu Cortisol  düzeyini artırır.)
    * Viral enfeksiyonlar (Bulaşıcı hastalıklar)
    * Radyasyon
    * Kanser
    * Yaşlılık
    * Şeker hastalığı
    * MS hastalığı

GLA vücutta bir dizi  reaksiyonla Prostaglandin 'e  (PGE1) dönüştürülür. Prostaglandin' ler hücre fonksiyonlarının düzenlenmesinde hayati öneme haizdir. Hormonlara benzerler fakat etkileri daha bölgesel ve ömürleri daha kısadır. Yukarıdaki durumlarda dışardan (beslenme yoluyla) GLA  alınması hem vücudun GLA gereksinimini karşılar hem de eğer varsa besin alerjisi belirtilerini de azaltabilir.

Çuha Çiçeği Yağı 'nın Faydaları ve Kullanım Alanları:Evening Primrose - Aksam Çuha Çiçegi
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Bayanların özel günlerindeki baş ve karın ağrılarının (PMS ağrıları ve mensturel kramplar) giderilmesine yardım eder.
Hanımlardaki adet düzensizliklerinin giderilmesinde faydalı olabilir.
 Menopoz semptomlarını azaltıcı etkisi vardır.
Egzema ve sedef hastalarının ciltlerini sağlıklı bir görünüme kavuşturmaya yardımcı olabilir. (Günde:3x2 softgel)
Çinko (mineral) ile birlikte alındığında ergenlik sivilcelerini (Akne) iyileştirebilir.
Aşırı alkol ve sigara kullanımı sonucu oluşan  toksik (zehirli) etkileri azaltır.(Anti-oksidant etki)
Yaşlılık etkilerinin geciktirilmesine faydalıdır. (Anti-aging etki)
 Romatizma ve mafsal (eklem) iltihabı ağrılarının azaltılmasına yardımcı olabilir.
Kireçlenme sonucu meydana gelen bel, sırt, diz, omuz ve boyun ağrılarına karşı faydalı olabilir.
Yorgunluğu azaltmak ve çalışma isteğinizi artırmak için yararlıdır.
Güçsüz ve kırılgan tırnakları güçlendirir.

Damiana (Turnera diffusa); aromatik yaprakları olan küçük bir çalı türüdür. Meksika kökenli olan bu bitki, günümüzde Texas, Karaip Adaları ve Güney   Afrika’ da da yetiştirilmektedir. Yaprakları tırtırlı olup; kenarları boyunca 10-25 mm genişliğinde 3-6 diş bulunur. Yaprakları Orta Amerika  kültürlerinde (Aztek, Maya ve İnkalar) eskiden beri  çeşitli amaçlar için kullanılagelmiştir. Kadim Maya medeniyetinde Damiana baş dönmesi, denge kaybı ve cinsel istek arttırıcı olarak kullanılmıştır. Son 100 yıldan fazla bir süredir Damiana’nın birincil kullanımı hem erkekler hem de bayanlar için cinsel fonksiyonları dengelemek ve düzenlemekle ilgili olmuştur. Fakat Damiana anti-depresant (sakinleştirici), tonik (Kuvvet verici), idrar arttırıcı ve idrar yolları antiseptiği, öksürük giderici ve hafif laksatif (Müshil) etkileri için de kullanılmaktadır. Almanya ve İngiltere’ de yaprakları yaygın olarak aşırı zihinsel aktivite ve sinirsel yorgunluğa karşı ve hormonal, merkezi sinir sistemi üzerine kuvvet verici bir tonik olarak kullanılmaktadır. Hollanda ‘ da ise sadece seksüel başarıları için değil aynı zamanda üreme organları üzerindeki pozitif etkilerinden dolayı da çok saygın bir bitkidir. Anavatanı olan Meksika’ da ise  cinsel istek arttıcı, uyarıcı, kuvvetlendirici ve idrar arttırıcı olarak ünlenmiştir. Ayrıca yorgunluk ve bitkinlik için güvenilir bir care olarak, idrar yolları iltihabı ve özellikle yorgunluğun neden olduğu cinsel iktidarsızlık durumlarında bilimsel kabul görmüştür. Meksika’ da orchitis (Bir testis iltihabı) ve spermatorrhea (istemdışı boşalma) için de kullanılmaktadır.


Damiana -  Pinen, cineol, cadinen, ve copaen gibi eterli uçucu yağlar, çok çeşitli terpenler, alkaloitler, flavonlar, cyan-glikozitleri (gonzalitosin), arbutin, damianin, tanen,  reçine ve amino asitler içermektedir. Yaprakları bu maddelere ek olarak cinsel organlar üzerinde uyarıcı etkisi ile bilinen beta-sitosterol içermektedir. Damiana, öncelikle sinir sistemini genel anlamda güçlendirir. Merkezi sinir ve hormon sistemini dengeler.. Farmakolojik araştırmalara göre, içerdiği alkaloitler, testesteron hormonuna (bir erkeklik hormonu) eşdeğer etkiler içermektedir. Ayrıca içerdiği arginine (amino asit) sperm üretimi için gerekli bir proteindir. Araştırmalar, Damiana alımının sperm miktar ve kalitesini arttırdığını göstermiştir.  Damiana, özellikle cinsellikle ilgili depresyonlara ve korkulara karşı çok etkili bir bitkidir. Erkek ve dişi cinsel sistemlerini güçlendirir. Damiana kadınlar tarafından libido (cinsel arzu) güçlendiricisi ve cinsel soğukluğun (frijit) giderilmesi için kullanılır. Erkekte ise erkeklik gücünü arttırıcı etkileri vardır. Damiana ayrıca idrar yolları iltihabına karşı antiseptik etkisi olan bir bitkidir.


Defne; (Laurus nobilis) her mevsim yeşil kalabilen, güzel kokulu, yapraklarının ve yağının kullanımı oldukça geniş olan bir ağaç türüdür. Defne ağacının anavatanı Akdeniz’ in doğusu olup oradan ılıman iklimli başka yörelere yayılmıştır. Defne iğne yapraklı olmamasına ragmen, her mevsim yeşil kalır ve bu özelliği nedeniyle de eskiden beri ölümsüzlüğün simgesi olarak kabul edilir. Defne meyvesi %30 oranında yağ içerir, bu yağlardan %1’ i  esansiyel  (terpenes, sesquiterpenes, alcohols, ketenos) yağlardır. Defne yaprağı ise %1-3 arasında esansiyel yağlar (1,8-cineole ve pinenes, terpenes, sesquiterpenes, methyl-eugenol ve daha küçük miktarlarda α- ve β-pinenes, phellandren, linalool, geraniol ve terpineol) içerir. Defne yaprağının tat ve aroması büyük ölçüde eugenol adlı esansiyel yağdan kaynaklanır. Defne yağı %95 yağ asitlerinden ve %5 esansiyel yağlardan oluşur. Bu yağ, en çok defne sabunu üretiminde kullanılmaktadır.

Defne Yağı Sabunu; Akdeniz kıyılarında, Türkiye' nin Antakya ili civarında yetiştirilen defne ağaçlarının meyve ve yaprak yağları ile  saf yemeklik zeytin yağından yapılır. Defne ağacının yaprağı, antiseptik ve anti-bakteriyel içeriğinden dolayı iyileştirici bir güç içerir. Bu sabun, yüzyıllardır kullanılan çok eski, geleneksel bir formüle dayanılarak yapılmış ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Geleneksel defne sabunu, hem cilt hem de saç için kullanabilen doğal el yapımı bir sabundur.

 Faydaları ve Kullanım Alanları:
Saç ve genel vücut temizliğinde güvenle kullanılabilir.
Kuru, yağlı veya alerjik ciltlerde özellikle tavsiye edilir. Cildi nemlendirir, canlandırır ve güzelleştirir.
Sivilce, tahriş, egzema, mantar, sedef, pişik, isilik, alerji ve kaşıntı gibi cilt rahatsızlıklarında tavsiye edilir.
Kepek ve saç dökülmesini önler, saçı besler, yumuşaklık, parlaklık ve güç verir.
Vücut üzerinde dinlendirici etkisi vardır.

  Ürün Özelliği ve İçeriği: SAF, EL YAPIMI, DOĞAL SABUN.  Hatay M.Kemal Üniversitesi  Fen Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Laboratuvarlarında test edilmiştir. Elle yapılmış, elle kesilmiş ve elle paketlenmiştir. Hayvansal yağlar, petrol ürünleri, kimyasal maddeler, parfüm, köpük, katkı maddeleri ya da renklendirici ve sentetik maddeler içermez. Harici kullanım içindir.



Demirdikeni (Tribulus terrestris); tek yıllık, çiçekli bir bitkidir. Dünyanın birçok yerinde doğal olarak yetişir. Genellikle bahçelerde yabani ot olarak bilinmektedir. Hindistan ve Afrikada bol miktarda yetişmektedir. Toprak üzerine yatık olarak bulunur. Yaprakları bileşik, 10-16 yaprakçıklı olup, çiçekleri küçük ve açık sarı renklidir. Meyveleri 10 mm kadar çapında ve boynuz şeklinde sivri uçlara sahiptir. Kökleri alkaloid, resin, azot ve sabit yağlar; meyveleri %5 yağ, peroxidase, diastase, az miktarda glikosid resin, proteinler ve inorganik maddeler içerir. Protein yüzdesi yaklaşık %10-11 civarında olup; altısı temel olmak üzere ondört amino asit içerir. Sap ve gövdesi nişasta, fructose ve sucrose açısından zengindir. İçerdiği carboline saponinler (harmine, harmaline, harman, tetrahydroharmine), steroidal saponinler (çoğunlukla furostanol) bitkiden değişik yöntemlerle ayrıştırılabilmekte ve bitki ekstrelerinde oranları standart hale getirilebilmektedir.

Kullanım amacı bazı kültürel farklılıklar gösterse de yıllardır Hindistanda kuvvet verici (tonik), cinsel fonksiyonların düzenlenmesi, özellikle kadınlarda yumurtlama, erkeklerde iktidarsızlık ve her iki cinstede cinsel istek arttırıcı olarak kullanılmaktadır. Yakın zamanda fitness, zindelik ve canlılık arttırıcı özellikleri sporcu, atlet ve vücut yapıcıların dikkatlerine sunulmuştur. Demirdikeni ayrıca değişik kültürlerde anti-inflamatuar, anti-artrit, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için de kullanılmaktadır.


Demirdikeni - Yapılan araştırmalara göre; demirdikeni vücudumuzda özellikle karaciğer tarafından belirli hormonları üretmek için kullanılan temel yağ asitlerinin (EFA) emilimini kolaylaştırmaktadır. Demirdikeni, testesteron seviyesini LH seviyesini arttırarak yükseltmektedir. Bağımsız çalışmalar demirdikenini testesteron seviyesini yükseltmek, normal seviyesini korumak ve kas gelişimini desteklemek için önermektedirler. Testesteron, erkeklerin güçlü fiziklerini, kaslarını ve hatta vücutlarındaki yağ miktarını bile ayarlayan bir hormondur. Erkeklerde er bezinde (haya, testis) üretilen androjen hormonlarının en önemli üyesi olan testesteron kas gelişimini sağlar, vücut kıllanmasını düzenler, spermleri olgunlaştırır ve cinsel gücü arttırır. LH ve FSH hormonları her iki cinste de (kadın ve erkek) hipofiz bezi tarafından üretilirler. Bunlar eşeysel bezlerimizin (kadınlarda yumurtalık, erkeklerde erbezleri) fonksiyonlarını kontrol ederler. Demirdikeni bu iki hormonun dengelenmesine yardımcı olmaktadır. Demirdikeninin bu faydalı etkilerinden yararlanabilmek için düzenli olarak 30-60 günlük bir kullanım süresi önerilmektedir.

 
    · Kas gücünü, vücut dayanıklılığını ve fiziksel performansı arttırcı (özellikle yoğun egzersiz yapan sporcularda),
    · Vücut enerjisinin ve dayanıklılığının arttırılması,
    · Fiziksel, zihinsel, duygusal dinçlik ve kuvvet verici,
    · Erkeklerde testesteronu arttırıcı, dengeleyici ve normal seviyesini koruyucu,
    · Erkek menopozu (andropoz) semptomlarını azaltıcı,
    · Erkeklerde sperm sayısı, miktarı ve hareketliliğinin arttırılması,
    · Cinsel fonksiyonları düzenleyici,
    · Erkeklerde iktidarsızlık, sertleşme (ereksiyon), kadınlarda yumurtlama problemlerine karşı yardımcı,
    · Her iki cinste de cinsel istek ve libido arttırıcı,



Defne; (Laurus nobilis) her mevsim yeşil kalabilen, güzel kokulu, yapraklarının ve yağının kullanımı oldukça geniş olan bir ağaç türüdür. Defne ağacının anavatanı Akdeniz’ in doğusu olup oradan ılıman iklimli başka yörelere yayılmıştır. Defne iğne yapraklı olmamasına ragmen, her mevsim yeşil kalır ve bu özelliği nedeniyle de eskiden beri ölümsüzlüğün simgesi olarak kabul edilir. Defne meyvesi %30 oranında yağ içerir, bu yağlardan %1’ i  esansiyel  (terpenes, sesquiterpenes, alcohols, ketenos) yağlardır. Defne yaprağı ise %1-3 arasında esansiyel yağlar (1,8-cineole ve pinenes, terpenes, sesquiterpenes, methyl-eugenol ve daha küçük miktarlarda α- ve β-pinenes, phellandren, linalool, geraniol ve terpineol) içerir. Defne yaprağının tat ve aroması büyük ölçüde eugenol adlı esansiyel yağdan kaynaklanır. Defne yağı %95 yağ asitlerinden ve %5 esansiyel yağlardan oluşur. Bu yağ, en çok defne sabunu üretiminde kullanılmaktadır.


Defne Yağı Sabunu; Akdeniz kıyılarında, Türkiye' nin Antakya ili civarında yetiştirilen defne ağaçlarının meyve ve yaprak yağları ile  saf yemeklik zeytin yağından yapılır. Defne ağacının yaprağı, antiseptik ve anti-bakteriyel içeriğinden dolayı iyileştirici bir güç içerir. Bu sabun, yüzyıllardır kullanılan çok eski, geleneksel bir formüle dayanılarak yapılmış ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Geleneksel defne sabunu, hem cilt hem de saç için kullanabilen doğal el yapımı bir sabundur.

 Faydaları ve Kullanım Alanları:
Saç ve genel vücut temizliğinde güvenle kullanılabilir.
Kuru, yağlı veya alerjik ciltlerde özellikle tavsiye edilir. Cildi nemlendirir, canlandırır ve güzelleştirir.
Sivilce, tahriş, egzema, mantar, sedef, pişik, isilik, alerji ve kaşıntı gibi cilt rahatsızlıklarında tavsiye edilir.
Kepek ve saç dökülmesini önler, saçı besler, yumuşaklık, parlaklık ve güç verir.
Vücut üzerinde dinlendirici etkisi vardır.

  Ürün Özelliği ve İçeriği: SAF, EL YAPIMI, DOĞAL SABUN.  Hatay M.Kemal Üniversitesi  Fen Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Laboratuvarlarında test edilmiştir. Elle yapılmış, elle kesilmiş ve elle paketlenmiştir. Hayvansal yağlar, petrol ürünleri, kimyasal maddeler, parfüm, köpük, katkı maddeleri ya da renklendirici ve sentetik maddeler içermez. Harici kullanım içindir.



Kreatin Monohidrat (Creatine Monohydrate), tüm memelilerin vücudunda olan bir maddedir ve arginin, glisin ve metionin  amino asitlerinden karaciğer, böbrekler ve pankreasta üretilen bir amino asit türevidir. Amino asitler ise bilindiği gibi protein moleküllerinin yapı taşlarıdır. Kırmızı et ve  balık gibi pekçok hayvansal gıda kreatin içerir. Bununla beraber gıdalardaki kreatin miktarı küçüktür. 1 kg biftek sadece 1 gr kreatin içerir. Halbuki yoğun bedensel aktivite veya spor yapan bir kişinin günlük ortalama kreatin ihtiyacı 5-6 gr olup, bunun tamamının yiyeceklerden karşılanması hemen hemen olanaksızdır. Yiyeceklerden karşılanmaya çalışılsa bile beraberinde aşırı yağ ve kalori alımı da söz konusu olmaktadır. Bu yüzden sadece ek gıda ürünleri  vücuttaki yağ ve kalori miktarını artırmaksızın, vücudun ihtiyacı olan  kreatin miktarını karşılayabilirler.
    
Doğal Kas Güçlendirici Kreatin, vücudun enerji üretmek için kullandığı yakıt olan ATP üretimine yardımcı olan ve aynı zamanda ani ve yüksek enerji ihtiyaçlarını karşılayan bir maddedir (Protein). ATP, vücutta özellikle beyzbol , futbol, voleybol, hentbol, koşu, yüzme, bisiklet, dağcılık, güreş, boks ve halter vb. gibi sporları yaparken yoğun şekilde kullanılır. Kreatin sportif performansı artırır. Kreatin en fazla kas veya adele dokularında birikir ve  kasların özellikle sportif faaliyetler (koşu, ağır kaldırma vs.) esnasındaki ani enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ATP (Adonosine TriPphosphate)’nin yakılmasına yardımcı olur. Amerika’da çeşitli sporcular üzerinde yapılan testlerde 28 gün boyunca düzenli kreatin alan sporcularda yağsız kas miktarında ve kaldırılan ağırlıklarda, kreatin kullanmayan fakat aynı egzersizlere katılan sporculara göre ortalama %51 oranında artış gözlenmiştir. Kreatin kullanımının insan için güvenli olduğuna ait sayısız bilimsel araştırma vardır. Yine yakın zamanda bir okul takımında yapılan, 28 gün boyunca bir glikoz, taurin, sodyum ve potasyum fosfat çözeltisi içinde günde 15,7 gr kreatin (oldukça yüksek bir doz) alan oyuncularda, süre sonunda yapılan kan testlerinde tüm parametrelerin normal limitler arasında olduğu ve karaciğere olumsuz bir etki olmadığı gösterilmiştir.

Kreatin, 1832 yılında bir Fransız bilim adamı tarafından keşfedildi. Fakat 1923 yılına kadar vücuttaki kreatin’in %95 inin kas dokularında biriktiği bilinmiyordu. Kreatin’in vücut üzerindeki etkileriyle ilgili bir rapor 1926 yılında “The Journal of Biological Chemistry” dergisinde yayınlandı. Uzunca bir süredir kreatin’in etkisinin bilinmesine rağmen, onun sportif performansı artırmak için ilk gerçek kullanımı 1992 Barcelona (İspanya) Olimpiyatları’nda yapıldı. 1996 Yaz Olimpiyat’ında madalya alan sporcuların ise ¾ (Dörtte üç) ‘ünün kreatin kullanması için iyi bir sebep vardı: Çünkü işe yarıyordu, hatta çok işe yarıyordu.

Öyleyse nedir bu Kreatin? Onun vücudumuzda karaciğer, böbrekler ve pankreasta doğal olarak üretildikten sonra kan akışıyla kaslarımıza taşınan ve kaslarımıza enerji sağlamak için kullanılan bir bileşik olduğunu biliyoruz. Kaslarımıza ulaştığında “Kreatin Fosfat” ‘a  dönüştürüldüğünü ve bu yüksek güçlü metabolit’in kasların son enerji kaynağı olan ATP’leri üretmek için kullanıldığını da biliyoruz. Üstelik diğer performans artırıcı steroids ve ilaçlardan farklı olarak; %100 doğal olduğunu ve çoğu yiyecekte de doğal olarak bulunduğunu, bu yüzden de hiçbir sportif faaliyette ve uluslararası müsabakalarda yasaklanmadığını da biliyoruz. Aksi taktirde et ve balık yenmesinin de yasaklanması gerekirdi. Pek çok yiyecek, özellikle ringa, somon ve tuna balığı ile biftek bir miktar kreatin içerir. Bununla beraber en iyi kreatin kaynağı “Kreatin monohidrat” ‘tır.

Kreatin 2 hafta içerisinde yağsız kas miktarını önemli miktarda artırır. Aynı zamanda yoğun egzersiz performansının gelişmesinden ve enerji seviyesinin artırılmasından da o sorumludur. Yapılan araştırmalarla; kreatin’in enerji seviyesini, dayanıklılığı, kuvvet ve dayanma gücünü artırdığı ispatlanmıştır. Üstelik, kreatin yağsız kas miktarını artırırken yağ kaybını da hızlandırmaktadır.

Kreatin’e kimlerin ihtiyacı vardır?

İlk önce kreatin’e, daha fazla enerjiye ve yağsız kasa gereksinimi olanların ihtiyacı vardır. Daha sonra, vücudunu forma sokmak isteyenlerin, yağsız kas miktarını artırmak isteyenlerin ve fazla yağ kütlerinden kurtulmak isteyenlerin kreatin’i kullanmaları tavsiye edilir. Son olarak, yoğun fiziksel aktivite gerektiren bir işte çalışanlar, fiziksel stres ve uzun süreli yorgunluğa maruz kalan kişiler ve kreatin’in inanılmaz sonuçlarından hoşlanan veya bu sonuçları arzu eden kişiler onu rahatlıkla kullanabilirler.




Fenilalanin (L-Phenylalanine); vücutta üretilen çeşitli proteinlerin yapı taşı olan bir temel amino asittir. Bilindiği gibi temel (esansiyel) amino asitler vücutta üretilmezler ve dışardan gıda veya ek gıdalarla alınmaları gerekir. 12 yaşından büyük çocuklar ve yetişkinler vücut ağırlıklarının her kilogramı başına günde ortalama 15 mg fenilalanin’ e ihtiyaç duyarlar. Fenilalanin troid bezinin normal fonksiyonları için gerekli olup; trosin’ in ana maddesidir. Bu yüzden dopamin, noradrenalin, adrenalin, vitamin B6 ve vitamin C’ nin biyokimyasal dönüşümlerinde gerekli bir maddedir. Fenilalanin vücutta L-Tirosin’ e (bir diğer amino asit) dönüştürülür. L-Tirosin (L-Tyrosine) proteinlerin ve 2 önemli sinir taşıyıcısının (neurotransmitter) vücutta sentezlenmesi (üretilmesi) için gereklidir. Bu iki önemli sinir taşıyıcısı sırasıyla dopamin (dopamine) ve noradrenalin (norepinephrine) dir. 3 farklı tipte (formda) fenilalanin vardır. Bunlar L-, D- ve DL- formlarıdır. L- formu doğal halidir. D- formu L- formunun ayna görüntüsü olup laboratuarlarda sentetik olarak üretilir. DL- formu ise her iki formun kombinasyonudur. Burada anlatılan Fenilalanin doğal L- formundadır. Fenilalanin eksikliği uyuşukluk, ödem (vücudun herhangi bir yerinde su toplanması), güçsüzlük, deri lezyonları (doku yapısı değişikliği, yara), karaciğer harabiyeti, çocuk ve gençlerde yavaş büyümeye neden olabilmektedir.

Vitiligolu EllerDışarıdan ek gıda olarak L-fenilalanin (LPA) alımı yorgunluk, depresyon ve vitiligo (ala) için yardımcı olabilmektedir. Vitiligo için, fenilalanin alımına ek olarak  hastalıklı bölgenin belirli süre güneş ışığına maruz bırakılması gerekebilmektedir. Çeşitli klinik denemelerde bazı kişilerde tek başına, bazı kişilerde ise  güneş ışığına maruz bırakma ile beraber yeniden pigmentasyon oluşumunu (beyaz bölgelerin normal deri rengine dönmesi) 1-3 aylık bir sürede başlatabilmiştir. Fenilalanin, güneş ışığına  maruz bırakılan melasonit' lerin (pigment hücreleri) hassasiyetini arttırarak yeniden pigment oluşumunu uyarmaktadır.  Eğer hastalıklı bölge güneş ışığına bırakılacaksa, bu işlemden 30 dakika önce LPA (L-Fenilalanin) alınmalı ve güneşlenme  sabah-öğle arası  ve ikindi-akşam arasında olmak üzere günde 2 defa, ortalama 30 dakika süre ile yapılmalıdır. Vücutta Fenilalanin’ in L-Trosin’ e dönüşümü önemli bir süreçtir. Çünkü sonunda deri hücreleri tarafından melanin (koyu renkli pigment) oluşturulur. Melanin; omurgalı hayvan ve insanlarda koyu kahverengi deri ve saç pigmentleridir ve vücutta melanosit adlı pigment hücrelerinde trosin isimli amino asitten sentezlenirler (üretilirler). Aynı zamanda bu hücreler melanin’ in depolandığı yerlerdir. Fenilalanin güneş ışığı olsun-olmasın melanin üretimine yardımcı olacaktır. Esasen  güneş ışığı terapisi yeniden renklendirme (repigmentasyon) derecesini arttırmak için kullanılır. Güneş ışığı komşu pigmentlerin üretilmesinden sorumlu hücrelerin göçünü teşvik etmekte ve vitiligolu alanlardaki melanositleri faal hale getirmektedir.

Vitiligo İçin Kullanım Şekli:

    Sabahleyin güneşlenmeye çıkmadan 30 dakika önce aç karına veya kahvaltıdan 2-3 saat sonra 1 kapsül, ikindi vakti güneşlenmeye çıkmadan yine 30 dakika önce aç karına 1 kapsül, gece yatarken aç karına 1 kapsül şeklinde alınabilir. Güneşlenme süresi ortalama 30 dakikadır. Hergün vitiligolu bölge güneşlenmeye maruz bırakılabileceği gibi, haftada 2-3 kez güneşlenme + L-Fenilalanin, diğer günlerde ise güneşlenmeksizin aç karına veya öğün aralarında sadece L-Fenilalanin alımına devam da edilebilir.

banner110

banner109